Arkadaşımın ölümünü “Karaman’da yaşlı adam evinde ölü bulundu” başlıklı haberden öğrendim. Ne garip, haberin başlığı beni 1970’li yılların Ankara’sına götürdü.
Haberde yaşlı adam diye tanımlanan kişi benim Ankara’da öğrencilik günlerimde yakın arkadaşımdı. Kabataş Lisesi’ni bitirmiş, o dönemde süper puanla girilen ODTÜ İşletme Fakültesi’ne ilk tercih olarak kaydını yaptırmıştı.
Haberde “Yaşlı Adam” olarak tanımlanan kişinin adı Işık Hancı’ydı. Karaman’ın tanınmış esnaflarından deri tüccarı Yahya Hancı’nın oğluydu. Ahmet ve Ufuk ve Figen Hancı’nın abisiydi.
Işık Hancı, Ankara Bahçelievler’de, ben Emek’te ev kiraladık. Hafta sonları buluşur, sinemaya, tiyatroya ve sergilere giderdik. Işık, adı gibiydi; hem karakter hem tip olarak ışık saçan bir gençti. Coşkuluydu, heyecanlıydı ve hırslıydı. Şık giyinirdi. Titiz ve temizdi. Birbirimize karşı cömerttik. O tatlı hastası, ben dondurmacıydım. Sınav dönemlerinde yemek molası bile vermeden ders çalışırdı. Ben başka kitaplar okurdum. Notları yüksekti. Okulu bitirip yüksek lisans için yurt dışına gitmeyi planlıyordu. Olmadı. Okulu bitirse burs kazanacağından emindim.
Işık Hancı okulu bitirmeye bir dönem kala rahatsızlandı. Hacettepe Üniversitesi’nde bir süre tedavi gördü. Sonra Karaman’a döndü. Babası Yahya amca oğlunun sağlığının daha önemli olduğuna karar verdi.
Türkiye’de sokakların kan aktığı yıllardı. Ankara anarşinin, silahlı saldırıların merkezi haline gelmişti. Bahçelievler katliamı unutulmaz cinayetlerden biridir. Işık Hancı ile benim evimin yakınında işlenen ve TİP’li 7 öğrencinin ölümüyle hafızalara kazınan büyük olayın üzüntüsünü yaşadık.
Işık Hancı, ODTÜ’de okumasına rağmen örgütlerden ve örgütlerin eylemlerinden uzak durdu. Bir ortak arkadaşımız vardı: Ali Altıntaş. Aynı bölümde okudular. Ali, Işık’ı hep aradı, halini hatırını sordu. Devlet Planlama’da uzmanlık yaptı, özel sektöre geçti, üst düzey yönetici oldu. Sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesine Genel Sekreter Yardımcısı, ardından TMSF Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Ali Altıntaş geçen yıl Kasım ayında kalp krizinden hayatını kaybetti. Işık‘a Ali’nin vefatını söyleyemedim.
Karaman’a ne vakit gitsem Işık’ı arar, bulurdum. Son yıllarda ulaşılmaz olmuştu. Telefonunu kapalı tutardı. Mesajlaşırdık. Yazılarımın takipçisiydi. Son mesajı beni üzüntüye boğmuştu.
Karamandan.com’da 2 Ekim 2024 tarihinde yayımlanan “Güz Kokusu, Eylül Hüznü” başlıklı yazıma yorum yapmış, şöyle yazmıştı:
Sayın arkadaşım, eylül ayı dört mevsimden birinin adıdır. Elbet her sene kendine has güzellikleri, nimetleri ile yerini alır. Eylülün bir de "mecazi "anlamı vardır. Bitkilerin yaprak dökümü ayıdır. İnsanların tıpkı yaprak dökümü gibi aramızdan ayrılışını ifade eder. Zamanı dolanlar düşen yapraklar gibi aramızdan ayrılırlar. Ne dersin, bizde yaprak dökümü sezonuna ağır ağır yaklaşıyoruz. Allah hepimize sağlıklı, uzun ömür kısmet etsin.
Yaprak dökümü sezonunda Işık Hancı dünya defterini kapattı. İçinde ODTÜ’ye dönme özlemini hep yaşattı. Kader, sağlığı engel oldu. Ankara’ya bile gelmedi. Çok davet ettim, “Seni okuluna götüreceğim. Pastaneye gideceğiz. Güzel mekânlar gezeceğiz” dedim. Gülümseyerek geçiştirdi. Karaman’dan hiç ayrılmadı. Tatsız olaylar yaşadı. Elinde değildi. Başına geleni çekti.
Bir yalnız adamdı. Yalnızlığı tercih etti. Seçimini öyle yaptı. Yalnız öldü. Oysa aşıktı. Hem de çok aşıktı. Evlilik yapmadı. Bir gün uzun bir mesaj gönderdi. “Keşke”, diyordu; “Evlenseydim, bir karım olsaydı. Karaman’a geldiğinde seni evimde misafir eder, sevdiğin yemekleri ikram ederdim. Senin yemek seçtiğini unutmadım.
İnsan yalnızlığı sever ama yalnız ölmekten korkarmış. Işık, yalnızlığa alıştığını söylemişti. İnsan yalnızlığa alışabilir mi? Bilmiyorum. Ben hiç yalnız kalmadım. Yalnız kalamam.
Dünyada yalnız ölümlerin sayısı çok artmış. Japonya'da 2024'ün ilk yarısında evde yalnız yaşayan toplam 37 bin kişi ölmüş.
Japonya Ulusal Polis Teşkilatı tarafından yayınlanan ön verilere göre, vakaların çoğunluğu 65 yaş ve üzeri yaşlı, tek başına yaşayan kişilermiş. Toplamın yaklaşık yüzde76'sını oluşturuyormuş.
Can arkadaşımın, gençlik düşlerini birlikte kurduğum bir dostun ölümü kadar sarsıcı ne olabilir? O, gözümde 1975’in karlı bir kış gecesi Devlet Tiyatrolarından çıkıp yürüyerek eve döndüğümüzde gelecek hayallerimi paylaştığım haliyle yaşıyor. Canım arkadaşım. Mekanın cennet olsun. Ahmet ve Ufuk kardeşim ile kız kardeşi Figen Hanım’ın başı sağ olsun.