Buraya kadar tamam isek, sadece birkaç dakikanızı ayırmanızda bir sakınca yoktur umarım, çünkü biraz tadınızı kaçırmak istiyorum. Malumunuz, bugünlerde şaşırma duygumuz köreldi! İlk bakışta bu haberin başlığına şaşırdıysanız, eğer insanlık adına hâlâ umut var demektir. Çünkü bizim başlığımız ve sloganımız "Ölmek İstemiyorum!" olacaktır. Basit bir korku ifadesi gibi dursa da derin bir direniş ve yaşama tutunma çağrısıdır; varoluşsal bir mücadele, hak arayışının ifadesidir.
Son zamanlarda, özellikle ülkemizde artış gösteren ve toplumsal travma olarak kabul edebileceğimiz çok sayıda olay yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Temel insan hakkımız olan yaşama hakkına olan güvenimiz adeta yapısal yetersizlikten çökmüş bulunmakta. Bu tür travmatik olaylar yaşanırken bir yandan akıllara diğer bir tartışma konusu beliriyor: "Bireysel silahlanma" bir savunma aracı mı yoksa tehdit mi?
Kimileri için savunma, kimisi için tehdit konusu; fakat geniş perspektiften bakıldığında, daha çok tehdit olduğunu görmek hiç de tesadüf değil. Dilerseniz, Umut Vakfı'nın bireysel silahlanmaya yönelik 2023 yılı bazında yayınlamış olduğu verileri inceleyelim.
"2023 yılında; 3 bin 773 silahlı şiddet olayı basına yansıdı. Basına yansıyan bu olaylarda 2 bin 318 kişi öldü, 3 bin 820 kişi de yaralandı. Yaşanan silahlı şiddet olaylarının 3 bin 212’sinde, yani yüzde 85’inde kaleşnikof ve otomatik tüfekler dahil ateşli silahlar (106’sı beylik silahı, toplam 2 bin 427’si tabanca ve 784’ü tüfekler), yüzde 15’ine denk gelen 561’inde ise bıçaklardan, baltalara kadar her tür kesici alet kullanıldı."
Umut Vakfı, 2014 yılından bugüne geçen 10 yılda toplam 34 bin 197 silahlı şiddet olayı yaşandığını ve medyaya yansıdığını, bu 10 yılda meydana gelen 34 bin 197 silahlı şiddet olayında toplam 21 bin 434 kişinin öldüğünü ve 31 bin 207 kişinin yaralandığını saptamış!
Medyada her ne kadar bu tür olaylar gündem olsa da, geçici duygu patlamalarından sonra unutulup gidiyor ve yaşanan her bir olay bir öncekini unutturuyor. Sonrasında sadece kaybedilen hayatlar ve akıtılan gözyaşları kalıyor. Çığlık çığlığa susmanın bedelini geride kalanlar ödüyor. Bu döngü, bireysel silahlanmanın ne kadar mühim bir mesele olduğunu zaten gözler önüne seriyor.
Türkiye'de ruhsatsız silah bulundurma oranının, ruhsatlı silah bulundurma oranına göre daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bu durumda, denetim mekanizmasının önemli ölçüde etkili olduğunu hepimiz biliyoruz; fakat bizi daha yakından sorgulatacak konuların olduğunu düşünmek şimdilik daha faydalı olacaktır.
Gelin birlikte düşünelim: İzlediğimiz diziler, günlük programlar, aile içinde sergilediğimiz davranışlar, oynadığımız şiddet içerikli ve cesaretlendirici oyunlar, sosyal medyada şiddeti etkileşim için kullanan içerikler ve daha fazlası...
Peki, biz bunlardan kaçını yapıyoruz ya da yakınlarımızın yapmasına göz yumuyoruz? Kaçımız aile içinde çocuğunun izlediği içerikleri ve oynadığı oyunları kontrol altında tutuyor? Kaçımız çocuklarıyla kaliteli zaman geçirerek bu içeriklerden uzak tutuyor? Kaçımız eğitimin anlamını sorguluyor? Hangimiz bunlarla ilgileniyoruz?
Gençlerin, kadınların, çocukların, marjinal grupların ve hayvanların yaşadığı korkular sadece bireysel değil, toplumsal bir travma oluşturuyor. Bununla birlikte, hakkını savunmak isteyen, yaşamak isteyen herkes mücadele etse de bedelini ağır bir şekilde ödüyor. Düşünsenize, trafikte karşınızdan gelen sürücü kural ihlali yapıyor ve size zarar verecek davranışlar sergiliyor.
Normal hayat standartları gereği ihbar edilmesi gerekirken, artık bunu düşünmek yerine kendimize "Acaba bana zarar verir mi?" sorusunu yöneltiyoruz. Sonuç olarak, en basit haklarımızı bile savunmaktan mahrum kaldık!
Ülkemizde henüz yeni yeni oluşmaya başlayan kolektif bilinç, her ne kadar ses getirse de olanların önüne geçecek kuvvete erişemiyor; proaktif çözümler sunmuyor. Örneğin, toplumsal farkındalık oluşturacak eğitimler düzenlenebilir, zararlı medya içerikleri denetlenebilir ve her türlü silahlanmaya karşı yasal düzenlemeler yapılabilir.
Bu sayede, olmuş olanları değiştiremeyiz ama olacakları engelleyebiliriz. Yeter ki biraz cesaret! Adaletsizliğin ve eşitsizliğin cirit attığı bir akvaryumda balık olmamalıyız!