İnsanı düşünceleri ya hayallerine ya da hatıralarına taşır; bu nedenle insan, hayalleriyle hatıraları arasında bir yerlerdedir. İnsanın hayallerinin sınırlarını, konuştuğu dili, bilgisi ve görgü dağarcığında var olanlar çizer; hatıraları ise genellikle, acı tatlı iz bırakanların ötesinde, çocukluğundaki yaşadıklarıdır.
Aradan çok uzun yıllar da geçse, çocukluk anıları, canlılığını sanki yaşanılanlar dünmüş gibi korurlar, zaman zaman bunlara yenileri de eklenir.
Hayallerin sınırsız olduğu, düşüncelerin özgürce savrulduğu, heyecanların bir biri ardı sıra geldiği çocukluğumdan en fazla duygulandığım köyümüzdeki yaşantımdır.
Küçük tepelerin arasında kurulan köyümüze, önünden akıp giden, etrafında orta boy yetişen ağaçların yer aldığı ince ve her zaman coşkulu akan ırmak, ayrı bir güzellik katardı.
Bahar aylarıyla birlikte, nereden geldiklerini bilemediğim uzun gagalı ve uzun bacaklı göçmen kuşları gelirdi, köyümüze…
Koyunların arasında bir o yana bir bu yana koşuşturan kuzularla adeta köşe kapmaca oynarcasına uzun gagalarını yukarıya kaldırarak ve uzun bacakları üzerinde seker gibi etrafta dolaşan bu göçmen kuşlarının aralarına, ağaç dallarına sürüler halinde konup, yine sürüler halinde kaçışan küçük kuşlar da konar ve birlikte adeta bir kuş cennetini andırırlardı.
Yeşilin; bütün tepeleri, ovayı, küçük vadileri ve yamaçları kapladığı ve seyrine doyum olmayan güzellikler içinde en çok sevdiğim birkaç koyunu yakın bir vadiye otlatmaya götürmem ve onlarla birlikte olmamdı.
Küçük bir yamaca yaslanır etrafı seyre dalar ve zaman zaman da gördüklerimin karşısında kendimden geçerdim…
Dallar arasında görülmesi zor olan serçeler, yuvalarına bir şeyler götürmek için sürekli çırpınıp dururlardı.
Ağaç dallarındaki çiçekler; kelebekler, serçeler, yerde rengârenk açan çiçekler ve çiçekler arasında uzayan kırmızı gelincikler ve beyaz papatyalar, bana doyumsuz bir güzellik tattırırlardı.
Siyah inci taneleri gibi ardı ardına dizilmiş karıncalar, bir düğün alayı oluştururlar sanki ve ince uzun bir yolda gelip giderlerdi.
Bunların yanı sıra;
Arıların bir konup, bir kayboldukları kiraz dalları,
Kelebeklerin arka arkasına yarışırcasına uçuştukları çiçekler,
Her rüzgâr esişinde, yaprakları, koro halinde bir armoni oluşturur gibi hışırtılar çıkaran ve insanda özgürlük esintileri yaratan milyonlarca ağaç vadinin eşsiz güzelliklerini oluştururlardı.
Güneş, ben varım dercesine; yükseklerde, yalnız ve pırıl pırıl, bazense; beyaz ve dumansı bulutların arasından güler bibi yüzünü göstererek, özgürlüğünü yaşarken, olanca sıcaklığıyla toprağı ısıtırdı.
Ben bu güzellikleri seyre dalmışken; koyunlar, her gün geldiğimiz yerde, verilen gizli bir emre itaat eder gibi, bazen bir araya toplanır; bazen çok uzaklara gitmeden ve birbirlerinden uzaklaşmadan etrafı dolaşıp, yine yanıma gelirler. Bazen de, biz geldik dercesine uzattıkları bakışlarını yakalar ve bir duygu seline kapılırdım.
Koyunları seyre dalarken, bir yandan da bulutlara bakardım. Akşamlar olmaya başlamadan önce köyümüzün üzerine beyaz gelinlikleri içinde bir gelin gibi, gelip duran bulutları seyretmeye doyamazdım.
Toprağın suya olan hasreti gibi, bulutlar da adeta birbirlerine hasretmiş gibi hislere kapılır, kimi zaman bir araya gelen; kimi zaman da birbirinden ayrılan bulutların tüm hareketlerini ilgiyle izlerdim.
Köyümüze serinliğin çökmekte olduğunu, koyunların bir araya toplanmalarıyla anlar ve birazdan sevgili olduklarını düşündüğüm bulutların, ya kavuşmalarının verdiği heyecandan; ya da ayrılığın verdiği hüzünden olsa gerek, gözyaşlarının aktığını izler ve bu gözyaşları altında az da olsa ıslanırdım…