Ölümünün Beşinci Yılı Anısına, Gazeteci Yazar Ahmet Tek’in, Yılmaz Babaoğlu’nu anlattığı yazısını paylaşıyoruz.
Aşağıda okuyacağınız yazı, Karamanlı iş insanı rahmetli Yılmaz Babaoğlu ile yapılan son röportaj oldu. Ahmet Tek’in bu röportajı, merhumun son ifadelerini içermesi nedeniyle tarihi öneme sahiptir.
Karaman’ın Çınarı
Her ağaç önce fidandır. Ağaçların farklılığı büyümeye başladıklarında ortaya çıkar. Kimisi boyları gibi kısa, kimisi boyları kadar uzun ömürlü olur. İşin uzmanı veya özel meraklısı olmayan her ağacı tanıyamaz. Ama bazı ağaçlar herkes tarafından bilinir. Çınar gibi…
Çınar ağacını kim bilmez? Heybetli, görkemli bir ağaçtır, ömrü birkaç asırlıktır. Güzel görüntüsü ve ihtişamı ile çok uzaktan bile dikkati çeker. Bir çınarın serinliğinde soluklanmamış, gölgesinde dinlenmemiş kişi var mıdır?
Karaman’da yaşayan ya da Karaman’ı bilen herkes, çınar denilince, Aktekke’nin bugün küçücük kalmış avlusundaki, devasa büyüklüğüyle çevreye gözcülük ve sözcülük eden ağacı hatırlar.
Çınarlar daha çok bir eserle, bir meydanla anılırlar. Anadolu’da çınara ulu ağaç da denilir. Aktekke’nin ulu ağacı, huşu içinde ibadet eden müminin, camiye ezan okunmadan gelen erkenci cemaatin, mola vermek isteyen yorgunun, hastanın, gencin, yaşlının, kadının, çocuğun, sevinçlinin, hüzünlünün, ağlayanın, gülenin, garibin, zenginin huzur bulduğu cennet parçasıdır.
Ulu ağaçlar böceklerin saldırısına uğrar, acımasız hoyrat ellere maruz kalır, yıldırımlar görür, susuzluk çeker, yangın tehlikesi atlatır. Korumasızdırlar; buna rağmen uzun ömürlüdürler. Onlar, kader denilen çözümsüz bilmecenin görünmez şemsiyesinin koruması altındadırlar.
Aktekke’nin çınarının bir de insan kardeşi vardır. Binlerce kişiye çatı olmuş, aş olmuş, derman olmuş, yuva olmuş, ekmek kapısı olmuş, umut olmuş, önder olmuş bir ‘Çınar İnsan.’ Kökleri Karaman’da, dalları dünyanın dört bir yanına uzanan bir ‘Çınar İnsan.’
Bozkırda, her şeyin kurak olduğu dönemlerde kök salan, boy atan, büyüyen, hormona ihtiyaç duymayan, meyve üstüne meyve veren bir ‘Çınar İnsan.’ Ulu ağaçların, heybetli çınarların gölgesi de büyük olur; o gölgeden herkes nasiplenir.
Karaman’ın ‘Çınar İnsanı’, ‘Ulu Ağacın İkiz Kardeşi’, herkesin ‘Kel Osman’ olarak tanıdığı, sebze pazarı esnaflarından merhum Osman Babaoğlu’nun oğlu Yılmaz Babaoğlu’dur.
Toprak, tahıl, un ve bulgur kokulu küçük bir ilçeyi bisküvi kokusuyla tanıştıran çınardır, Yılmaz Babaoğlu.
Bisküvi kelimesinin, yazılışından çok farklı biçimlerde telaffuz edildiği bir ilçede, bisküvi fabrikası kurmak, onu büyütmek, önce ulusal sonra uluslararası marka yapmak ne büyük iştir!
Bisküvi kokusuyla başlayan ve meyvelerinin çeşitlenmesiyle Türkiye’nin devleri arasına girmeyi başaran çınardan ekmek yiyen insan sayısını küçümsemek mümkün mü?
Bu yazının BİFA’dan arındırılmış bir yazı olmasını arzu ediyordum, olmadı. Çünkü Yılmaz Babaoğlu BİFA ile özdeştir. Onu BiFA’dan ayrı düşünmek imkansızdır. Malum, çınarlar eserlerle birlikte anılırlar.
Yılmaz Babaoğlu, ilk gençlik dönemi arkadaşım sevgili Necati’nin babasıdır. Necati Babaoğlu, kibarlığı, nezaketi, mütevazılığı ve sakinliğiyle bizim kuşağın en beyefendisidir.
Herkes hikayesini kendince ve keyfince anlatır. Oysa hikaye edilen olayların ve kişilerin büyük bölümünü unutmuşuzdur. Anılarını, hafızasıyla dili arasında yeniden yaratan çok insan vardır. Onların sözcükleri renkli, yumuşak kadife veya ipek kutulardaki pahalı, vitrinlik ürünler gibidir.
Anılarını, hafızasıyla dili arasında değiştirip dönüştüren ve süslü boş paketlere koyan insanlara hiç benzemeyen gerçek karakterler de vardır.
Bu insanların sözcükleri hal ve hareketlerinden, jest ve mimiklerinden, bakışlarından, tebessümlerinden, yüz çizgilerinden, derin sükutlarından anlaşılır. Hatıraları oralarda yer tutmuştur.
Bu yazı daha çok gözlerde, göz altlarında, yüzü harita görünümüne çevirmiş derin çizgilerde, mimiklerde, el ve beden devinimlerinin her köşesinde yazılı sözcüklerden alabildiğim notlardan oluştu.
Seksen beş yıllık bir ömürden her yazıyı okuyabilecek kadar sihirbaz değilim. Aldığım notlardan, Karaman’ın Ulu Çınarı’nı, işçilerin Baba Patronu’nu, öğrencilerin Hami’sini, doğduğu toprakların Sevdalı’sını, Ağaçların Efendisi’ni, her yararlı faaliyetin Bağışçı’sını ve yıllardır tanıdığım bir Ağabey’i anlatmaya çalışacağım.
En zor yazı, çok yönlü, çok renkli kişilerin anlatımıdır. Yılmaz Babaoğlu gibi hayat tecrübesi zengin, aile ve dost çevresi geniş, keyif alan ve keyif vermeyi bilen, gönül ehli, duygu yüklü, dobra ve organik bir insanı her yönüyle yazmak çok güçtür.
1950’li yılların idolü, efsanevi aktör James Dean ile Yılmaz Babaoğlu aynı yıllarda dünyaya gelmiş. “James Dean ne alâka?” dediğinizi duyar gibiyim. Yılmaz Babaoğlu’nun 18’li yaşlarından bir fotoğrafına bakarken hatırladım James Dean’i…
Fotoğrafta gördüğüm genç, bana James Dean’i anımsattı. Baktığım fotoğrafta, gencecik Yılmaz Babaoğlu’nu, gür ve dalgalı saçları, iri ve renkli gözleri, yüzünün simetrisini ortaya çıkaran düzgün ve biçimli burnu, uzunca, keskin hatlı bir çehre, geniş alın, ovalden çok köşeli bir çene ve yüzünün karakteristik özelliğini belirleyen ölçülü dudaklar, uzunca bir boyun olarak gördüm.
Siyah-beyaz bir portrede gördüğüm Karamanlı genç, Hollywood’un yakışıklı ve asi genci James Dean’i zihnimin derinliklerinden bulup çıkardı ve Yılmaz Babaoğlu ile örtüştürdü.
Ben tanıdığımda Yılmaz Babaoğlu, 50’li yaşlarında olmalıydı. Yine gençti ve yakışıklıydı. Derin bakışlıydı. Titiz, ciddi, bakımlı, dik duruşlu, hoş sohbet, konuşanı can kulağıyla dinleyen, her an gülecekmiş hissi veren, çabuk samimi olan, ikramı seven, işiyle övünmekten kaçınan, olgun bir kişiydi.
Yılmaz Babaoğlu, Ankara’da ağabey olarak gördüğümüz hemşehrilerimizdendi. Marka tutkusu yoktu, kıyafetlerinde ve seçtiği mekânlarda rahatlığı tercih eden tiplerdendi. Üstelik israfı sevmediğini, müsriflerden hoşlanmadığını duyardım. Ama cömertliğine Karaman tanıktır. Ankara’da Karamanlılar Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne yaptığı yardımlara, öğrencilere verdiği burslara, gariplere el uzattığına ise ben tanığım.
Yılmaz Babaoğlu, Karaman’ın cömert ve eli açık insanlarındandır. Yeşilçam’ın naif filmlerinin tonton patronu rollerinin değişmez karakteri Hulusi Kentmen’in bir başka bedende yaşayanıdır. Yılmaz Babaoğlu, işçilerine davranışı, ilişkilerindeki sıcaklığı, sevecenliği, hoşgörüsü ve cömertliğiyle Hulusi Kentmen’in filmlerdeki rolünün, gerçek hayatta can bulmuş halidir.
Duygusuyla, yüreğiyle gerçek bir karakterdir Yılmaz Babaoğlu. Hulusi Kentmen’in aksine hayatının hiçbir döneminde rol yapmamıştır, kilolu olmamıştır; O hep fit, hep yakışıklı, hep tarz… Şimdi olduğu gibi. Ankara’da hastane sahibi olduğu dönemde ilk icraatı, doktorlarla diğer personele ayrı yemek verilmesini durdurmak olmuştur. Bir işyerinde herkes aynı yemeği yiyecektir. Bu prensibe sıkı sıkıya bağlıdır. Halen, işçiye çıkan yemeğin aynısını yer. Sadece porsiyonlarını çok azaltmıştır, o kadar.
Güzel insanlar hayatımıza bir şekilde dokunur. Yaptıklarıyla, sözleriyle ve imkânlarını paylaşmakla… Ve böylece gönüllere yerleşirler.
İnsan çok katmanlı bir varlıktır. Kimi özüyle, kimi sahip olduklarıyla, kimi temsil ettiği değerlerle öne çıkar. Yılmaz Babaoğlu’nda bu üç temel insan özelliğinin harman olmuş halini görürsünüz. Kendisidir, bir başkasına özenmemiştir, haset etmemiştir, kötülük düşünmemiştir. Özü, sözü birdir. Şeffaftır, samimidir ve fazlasıyla dobradır. Mal, mülk, servet, evlât, eş, dost zenginidir. Bu zenginlikten kibirlenmeyendir. Lekesiz bir mazi, memleket sevdası, hak gözeten, paylaşımcı iş insanı, çocuklarını tertemiz yetiştirmeyi başarmış bir baba olması, Yılmaz Babaoğlu’nun şerefle temsil ettiği değerlerdir.
Yılmaz Babaoğlu; sözünden dönmedi, dostlarına vefasızlık yapmadı, kibirlenmedi, göze batmadı, vitrin insanı olmaktan kaçındı, karamsar olmadı, kin tutmadı, haset etmedi, güvensizlik duygusu yaşatmadı, aktif politikada yer almadı, ilkelerinden taviz vermedi, ezik olmadı, kimseye ezik muamelesi yapmadı, tembeli ve tembelliği sevmedi, bağnazlığa karşı çıktı, Karaman’dan kopmadı.
Çocuklarını çok sevdi, çocukları çok sevdi, çevresini çok sevdi, hayatı çok sevdi, işini çok sevdi, işini iyi yapanı çok sevdi, toprağı, tohumu ve ağacı çok sevdi, okulu, öğrenciyi, öğretmeni çok sevdi, kitabı, kitap okuyanı çok sevdi.
Yılmaz Babaoğlu, biricik oğlu Necati’ye bir gün, “Bak oğlum! Çok dikkat et! Her üreten insan kendi kişiliğine uygun mal üretir. Bir insanın kişiliği bozuksa, o kişinin firmasının üretimi de bozuktur. Ondan şüphe edilir.” öğüdünü veren bilgedir.
Hz. Mevlâna “Yay kötü olursa ok eğri fırlatır” uyarısını asırlar öncesinden yapmıştır.
Ahmet Hamdi Tanpınar ise bu sözü şöyle özetlemiş: “İnsanoğlu elindeki işe kendisini geçirmesini biliyor.”
Yılmaz Babaoğlu’nun ilkelerinden en önemlisi: “Sonsuz mesuliyet duygusuyla çalışmak insana huzur verir.” Bu cümle, şirketlerinin sloganı olmuştur. Ahmet Hamdi Tanpınar’da bu söz, “İnsan her şeyden evvel mesuliyet duygusudur” kalıbına dökülmüş.
Yılmaz Babaoğlu, hayatının merkezine güven duygusunu yerleştiren insandır. Güvenilir olmak ve güvenmek onun en çok önem verdiği niteliktir.
Yılmaz Babaoğlu, “Hayat zekâdır. Benim anladığım manada günah, sorumluluk burada başlar. Allah’ın verdiği zekânın sorumluluğunu taşımam lazım. Bunun gereklerini yerine getirmezsen günahkârsın. Esas insani sorumluluğumuz bu” diyen filozoftur. Hz. Mevlana der ki: “Zekâ nimettir. Aptallık ve cahillik yırtığı yama kabul etmez.”
Yılmaz Babaoğlu bir ulu ağaç gibidir. Aktekke’nin ulu çınarının insan kardeşidir. Binlerce ağacın da babasıdır. Hepsinden öte, erdem timsali Necati Babaoğlu gibi bir değerin, bir çınara dönüşmesini hayranlıkla seyreden bir babadır.
Her kent bir Yılmaz Babaoğlu’na sahip olsa, bu yalnız ve güzel ülkemin her karış toprağı çok daha verimli olur, işsizlik oranı ve yoksul sayısı asgariye iner.
Her çınar önce kendi kentine gölge verir. Biz şanslı kentlerdeniz. Ulu çınarımızın yanında aynı kökten bir çınar daha büyüdü. Ve başka başka çınarlarımız yükseliyor.
Bu yazıyı yazmadan önce BİFA’da Yılmaz Babaoğlu ile buluştuk, sohbet ettik, çay, kahve içtik, yemek yedik. Sorularımdan biri, “Keşke şunu da yapsaydım dediğiniz şey var mı?” oldu. Yanıtını hemen verdi:
“Dünyayı gezdim, çok şey gördüm. Arzuladığım, canımın çektiği, ah keşke diyeceğim bir şey yok. Şükürler olsun. Gözüm arkada değil.”
“En çok neyi özlüyorsunuz?” soruma, “Dostlarımı, akranlarımı. Onlar bu dünyadan göçtüler.” derken gözleri dolu dolu oldu. Dikkatli baktığımda karşımda gördüğüm, yufka yürekten ibaret bir varlıktı.
Yılmaz Babaoğlu gözü açlardan olmadı. Dolu dolu bir hayat yaşadı ve tatmin duygusunu tadan, gönlü tok insanlar safında yer aldı.
Yılmaz Babaoğlu, Meral, Sema, Necati ve Seval kardeşlerin sevgili babaları, binlerce insanın ise manevi babası oldu. İstasyon ve İsmet Paşa caddelerinden yürürken herkesten tebessüm görmek, selâmlanmak ve hürmet gösterilmek az şey midir? Yılmaz Babaoğlu kadar iltifat gören birisi daha var mıdır? Kütüklü Park’ta çayı yudumlayan da, Diyar Burma’da ekibini takım ruhuyla bir araya getiren de odur.
Güzel insanlar bir anda güzel olmamışlardır. Onları hayat demlemiştir, olgunlaştırmıştır. Onlar, acıyı, yokluğu, mücadeleyi, başarıyı, hezimeti, kazanmayı, kaybetmeyi yaşamış, her fırtınada sağlam ve sağlıklı kalmayı becermiş kişilerdir. Bu insanlarda şefkat, hoşgörü, anlayış, sevgi, saygı, minnettarlık, hassasiyet ve adamlık terazisinin tartacağı her türden erdem vardır. Onlar, insanlığın çürümeyen, bozulmayan grubundandır. Hayatın ekşittiği ve çürüttüğü kişilerden farklılıklarını bir bakışta ayırt edersiniz.
Yilmaz Babaoğlu: Gözleri hala ışıl ışıl, hâlâ mütebessim, zekâsı diri, meraklı, ilgili…
Karaman yemeklerini, çocukluğunun damak tadını unutmayan kişidir Yılmaz Babaoğlu; arabaşı çorbası, batırık, sıkma, tirit, kabak yemeği, sulu pilavı yine iştahla yiyor.
Karaman’da BİFA’dan yolu geçmeyen, BİFA’ya yolu düşmemiş olan parmakla gösterilecek kadar azdır. Babaoğlu Ailesi’nin cömertlik ve şefkat şemsiyesinin altında ne çok işçi, öğretmen, öğrenci, üretici ve kim bilir kimler kimler yer almıştır.
Güzel Adamlar Sözlüğüm’de en uzun anlatım Yılmaz Babaoğlu oldu. Dev çınara daha fazla yer ayırmak gerektiğini biliyorum ama yazıda sınır zorunluluğu bu kadarına imkân tanıdı.
En iyi ruh görüntüsü vücuttur. Eğer birinin ruhunu gözlemlemek isterseniz onun yaptıklarına bakın. (Lutwig Wittgenstein/ Filozof-Matematikçi)
İnsan, eylemlerinin bütünüdür.
Allah rahmet eylesin.