Bir ardıçla bir bir meşenin kökleriyle bir olması türler arası rekabet algısını oracıkta toprağa gömmeye yetti… ben barışık durmayı ağaçlardan öğrendim. Bir kara mürver ağacının bulutlara uzanan dallarında gördüm; göğün enginliğini kıskanmadan gövdeni çiçek çiçek köpürtebileceğini… ben tekliğin aslında çokluk, çokluğunsa her bir canla barışık kalmak olduğunu ağaçlardan öğrendim. Bir sincabın elleriyle toprağa gömdüğü palamudun bin sincaba yuva olduğunu görünce anladım; en büyük barışıklığın aşkında vermek olduğunu… ben ruhunda kin barındırmamayı ağaçlardan öğrendim. Dallarını kırsalar da kırıldığın yerden yeniden yaşama el uzatmayı koca bir çınardan öğrendim… ben umut etmeyi ahlat ağaçlarından öğrendim. Uçsuz bucaksız bozkırlarda, bir başınalığın ortasında ve o sonsuz göğün altında, her bahar hiç şaşmadan yalnız başına ak köpüklü çiçekler açarak  umut etmeyi ahlat ağaçlarından öğrendim… ben toprağı paylaşmayı ve gölgemde bin koyunluk sürüleri eğlemeyi ağaçlardan öğrendim. Bir çeşme başında, bir dağ yamacında, bir dere kıyısında gölgesini verdikçe ince dalları kırılan söğüt gibi durmayı ağaçlardan öğrendim… ben taşa tohum ekmeyi zor sayanların yaşadığı bir coğrafyada taşı delen tohumların olduğunu ağaçlardan öğrendim. Bin yıllık Selçuklu kervansarayların, iki bin yıllık Roma tiyatrolarının gövdelerine tutunan incir ağaçlarından öğrendim, imkansızın sadece biraz zaman alacağını… ben sessiz durmayı ağaçlardan öğrendim. Yüksek dağ başlarını tutan ulu karaçamların iğne yapraklarında uğuldayan rüzgarın sesini, sessizliği bozan nice gürültüden yeğ tuttum… ben düşünmeyi ve yavaşça yürümeyi kaya sarmaşıklarından öğrendim. En sert ve uçurumun kıyısında yükselen kayaların gövdesine tutunarak rüzgara meydan okumayı öğretti bana deli sarmaşıklar… ben barışın yalnızca kağıtlara yazılan kelimelere sığmayacağı bir meşe ağacından öğrendim şaşarak. Hiç bir ağacın diğerini suçlamadığını, ne kadar yük taşırsa taşısın hiç bir dalın diğerini yargılamadığını ahenkli bir meşe ormanından öğrendim. “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşama arzusunun bu toprağın şairine bir düş olduğunu ağaçlardan öğrendim. Ama içi giderek çürüyen bir ağaca benzeyen ‘barış’ kelimesinin yılda yalnızca bir güne sığdırılmak istenmesini bir türlü öğrenemedim…