Karşıdakini anlamaya çalışmadan yargılamak bir ruh hastalığıdır. Bu ruh hastalığı toplumun her kesimine sirayet etmiş durumdadır.

Kimse kimsenin ne dediğini dinliyor ne de ne dediğini anlamaya çalışıyor.

Araştırmıyor, okumuyor, öğrenmiyor, dinlemiyor, sormuyor yargılıyor.

Hem de acımasızca…

Yok etmek istercesine…

Bu acımasızlık neden?

Tanı, dinle, öğren, anla...

Konuş, sohbet et…

Kişinin giyimi, düşüncesi, yaşam şekli; teni, rengi, dili, dini farklı olabilir. Bundan daha doğal ne olabilir ki. Herkesin fikri de zikri de kendinedir. Öyle de olmalıdır.

Farklılık bir zenginliktir.

Çoğu zaman konuşmadan, dinlemeden kısacası kişiyi tanımadan yargıladığımız ve zaman içinde kişiyi tanıdıkça yargılarımızın ne kadar mesnetsiz olduğunu fark ettiğimiz ve kişiye karşı yanlış yaptığımızı kendimize itiraf ettiğimiz çok olmuştur.

Bilmediğimiz halde yanlış fikir beyan ettiğimiz doğruyu öğrendiğimizde yüzümüzün kızardığı da olmuştur.

Benim gibi düşünecek, benim gibi yaşayacak…

Neden?

Ben böyle istiyorum.

Neden?

Çünkü benim fikirlerim doğru tek doğru benim.

Öyle ki; bizim dışımızda her şey ve herkes kötü ve yanlış...

Küçük demiyorum, küçücük dünyamızda, karşıdakinin kim olduğunu, ne düşündüğünü bilmeden; dinlemeden, öğrenmeden yargılamak, şer ilan etmek nasıl bir ruh halidir.

Herkes düşüncesini ortaya koymalı, herkes konuşmalı; her konuşulanı herkes dinlemeli, saygı duymalı, anlamaya çalışmalı; dinlemeden, anlamadan, bilmeden kimse kimseyi yargılamamalıdır.

Kişilerin düşünceleri kafamıza yatmayabilir. “Onun fikri de öyleymiş, olabilir, saygı duyuyorum.” diyeceğiz. Hatta farklı düşünen insanları daha çok önemseyeceğiz, “belki bildiği bir şey vardır.” diye.

Kişileri yargılamaya değil anlamaya çalışmalıyız.

Doğru olanı budur.