Siyaset Sosyolojinde Parlayan İsim: Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın
Çocukluğu taşrada, küçük şehirlerde geçen bir kuşağa mensup ve bugün yaşı kırkın üzerinde olanlar “Sen kimlerdensin?” sorusunu öyle çok duymuştur ki, onlar bu soruyu normal görüp, muhataplarına uzun uzun yanıt verirler. Soruyu soranla soruya muhatap olanın bir akrabalık bağı olmasa da mutlaka ortak tanıdıkları vardır. Bu kültür, büyük şehirlerde “Nerelisin?” sorusuna evrilmiştir. Bu soru bazı kişiler için selam vermek kadar önemlidir. Yaşı kemâle ermişler için bu sorular, kişinin adından da mesleğinden de önemlidir. Yeni kuşak için bu sorular anlamsızdır. Onlar bu sorulardan habersiz büyüdüler. Bir süre sonra “Nerelisin?” sorusunun pabucu da dama atılacaktır.
Giriş cümlesinin tahlilini yapacak yetkin meslek erbabı kimdir derseniz, ilk yanıtım “sosyolog” olur. Bu ve benzeri her tür toplumsal olayı inceleyip yorumlayanlar sosyologlardır. Türkçe karşılığıyla toplum bilimciler. Karaman’ın İnsan Hazineleri’nin bu bölümünde, genç bir sosyoloji profesörünü, özellikle siyaset sosyolojisi alanında uzmanlaşmış bir bilim adamını tanıtmaya çalışacağım. Yazı, sizi Karaman’ın geçmişine uzun bir yolculuğa çıkaracak. Çarşıyı, esnafı, mahalleleri hatırlatacak. Nostalji sosuna bulanmamış, anılarla yoğrulmuş bir anlatım.
Bilim insanımız Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak akademik çalışmalarına devam ediyor.
Mahmut Hakkı Akın, 23 Kasım 1981 yılında Karaman’da Zeki ve Nazmiye Akın’ın altıncı çocukları olarak doğdu. Molla Fenari Caddesi’ne bakan evleri, belediye ile PTT’nin arkasındaki çıkmaz sokakta, dede ve diğer amcalarının evlerine komşuydu. İlkokulu Cumhuriyet ve Bifa İlkokulunda, ortaokulu Yunus Emre Ortaokulu’nda ve liseyi Karaman Lisesi’nin yabancı dil ağırlıklı kısmında okudu. Lise yıllarında gelişen okuma merakı dolayısıyla sosyoloji ve düşünce tarihine ilgisi oluşmaya başladı. 1999 yılında Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünü kazandı. Bu bölümden 2003 yılında mezun oldu. Aynı yıl, yüksek lisans eğitimine Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde başladı ve aynı bölüme araştırma görevlisi olarak atandı.
Akın, 2005 yılında sosyal bilimler felsefesi ve sosyolojide yöntem konularında hazırladığı yüksek lisans tezini savunduktan sonra aynı bölümde doktora eğitimine başladı. Doktora eğitiminin bir döneminde Hollanda’da Maastricht Uluslararası İletişim Fakültesinde siyaset bilimi ve iletişim alanlarında dersler aldı. 2009 yılında siyaset sosyolojisi alanında hazırladığı doktora tezini savunarak sosyoloji alanında doktorasını tamamladı. Askerlik sonrasında Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde akademisyen olarak çalıştı. 2013 yılında sosyoloji alanında doçent ve 2018 yılında profesör unvanı almaya hak kazandı. Profesör olduğunda henüz 37 yaşındaydı.
Mahmut Hakkı Akın, 2014-2015 yıllarında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinde, 2015-2021 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2016 ve 2017 yıllarında Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyoloji ve Felsefe Bölümlerinde misafir öğretim üyesi olarak dersler verdi. 2021 yılından bugüne İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak akademik çalışmalarına devam ediyor.
Prof. Akın’ın akademik çalışmalarının ağırlığı Türk modernleşmesi, Türk siyasal hayatı ve kültürü, siyaset sosyolojisi konularında. “Türkiye’de Modernleşme”, “Türk Sağı”, “Türk Düşüncesi Üzerine Yazılar”, “Siyasal Toplumsallaşma”, “Aliya İzzetbegoviç” adındaki telif kitaplarının yanında çok sayıda derleme kitabı ve makalesi yayımlandı. Sosyoloji alanında çok sayıda yüksek lisans ve doktora tezi yönetti. Akademisyenliğinin ilk yıllarından itibaren Konya’da ve İstanbul’da sivil toplumda aktif oldu.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Şahika Hanım ile evlendi. Eşi, Alman Dili ve Edebiyatı ile Sosyoloji bölümlerinden mezun. Şu anda İstanbul’da Almanca öğretmeni olarak çalışıyor. Üniversite öğrencisi olan Tarık Zeki adında bir oğlu ve ortaokul son sınıfta okuyan Hanne Ceren adında bir kızı var. Akın ailesi Üsküdar’da yaşıyor.
Taşralılıktan başladık, öyle devam edelim: Mahmut Hakkı Akın kimlerden?
Sorunun yanıtını hocamız versin:
“Babam, Karaman’ın tanınmış esnaf ve siyasetçilerinden merhum gözlükçü Zeki Akın’dır. Dedem Hacı Mustafa Akın, Aşağı Akın köyünden 1954 yılında, babam 7 yaşındayken Karaman’a göç etmiş. Babam, Karaman Lisesi’nde son sınıfta okurken geçirdiği bir kas hastalığı yüzünden üniversite okuyamamış. İyileştikten sonra engelli olarak hayatını devam ettirdi. Hayattan zevk almayı çok severdi. Ağabeyi saatçi Durmuş Akın’dan saatçilik mesleğini öğrenmiş, daha sonra gözlükçülük yapmaya başlamış. Ömrünün sonuna kadar her akşam kitap okumaya vakit ayıran, ufku geniş bir insandı. Büyük bir kütüphanesi vardı.
Akademisyen olduktan sonra ve siyaset sosyolojisi alanında uzmanlaştıkça onun kütüphanesinden çokça faydalandım. Hürmet edilen, mert ve dürüst birisiydi. Uzun yıllar aktif siyasetin içinde olmasına rağmen biz çocuklarına insanlarla siyasi değil, insanca ilişki kurulması gerektiği şuurunu vermiştir. Verdiği terbiye, aktardığı değerler ve ahlaki örnekliği için kendisine minnettarım ve daima hayır dua ederim.
Annem Nazmiye Akın, Mut’un Kravga köyündendir. Kendisini eşine ve çocuklarına adamış tam bir Anadolu kadınıdır. İnşallah emeklerine layık olur ve üzerimizdeki haklarını teslim ederiz. Böyle bir ailede büyümenin kıymetini insan yaşadıkça daha iyi anlıyor.”
Rahmetli Zeki Akın’ı kim tanımaz! O, Karaman’ın güzel abilerindendi. Öyle çok gence abilik yapmıştır. Mekânı cennet olsun.
Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın’ın kayınpederi Karaman’ın tanınmış din adamlarından Muzaffer Can hocadır. Muzaffer Can, benim kuşağımın en candan, en havalı, en aktif, en güzel abisiydi. Kendisi 14 yaşında Medine’ye gitmiş ve o dönemin büyük alimlerden İslami İlimlerde icazetler almış.
Muzaffer Can, Türkiye’ye döndükten sonra Karaman’da Dikbasan Camii’nde imamlık yaptı ve arkadaşları ile Karaman’da Uyanış gazetesinin çıkarılmasına emek verdi. Muzaffer Hoca milli güreşçi olarak greko romende Türkiye şampiyonluğu ve Avrupa üçüncülüğü dereceleri elde etti. İstanbul’da imamlık yaptıktan sonra Almanya’ya gitti. Uzun yıllar Almanya’da çalıştı. Türkiye’de modern Arapça eğitimi konusunda öncü olan Cantaş Yayınlarını kurdu ve pek çok İslami eseri Türkçeye tercüme etti. Örnek bir insan, mümin ve ilim adamı olarak özellikle bizim kuşağın üzerinde hakkı çoktur.
Muzaffer Can Hoca, benim hafızamda hiperaktif, heyecanlı, bisiklet tutkunu, güzel gülen, güzel giyinen, Dikbasan’da her cuma farklı renkte cübbeyle minbere çıkan, teravih namazlarını hızlı kıldıran genç din adamı olarak yer etmiş. Bir gönül insanıdır. Dostluğuyla inancından taviz vermeyen bir genç ruhtur o.
Mahmut Hakkı Akın, kayınvalidesi Şükran Can ile baba tarafından akraba. Kayınvalidesi için “O da ağırbaşlı, örnek bir hanımefendidir. Kendilerine sağlık ve selamet dilerim” dedi.
Mahmut Hakkı Akın, Karaman’dan 18 yaşında ayrılmış. Konya’da bulunduğu dönemde ailecek daha sık gelip gitmeye başlamışlar. Akın şöyle anlattı:
“Karaman ile bağım hiç kopmadı. Hâlâ imkanlar elverdikçe bayramları Karaman’da geçirmeye çalışıyorum. Çocukluğumda Ak Tekke Camii’ne teravihe giderdim. Arife gününden önce Karaman’a gittiysem mutlaka teravih namazlarına Ak Tekke’ye gidiyorum. Eşim ve çocuklarım da Karaman’ı çok seviyorlar ve yaz tatillerini uzun süre Karaman’da geçiriyorlar.
Benim için Karaman her şeyden önce hafıza demek. Bende oluşan hafıza, hayata dair değerler Karaman’da oluştu. Yaşım ilerledikçe çocukluk yıllarımın etkisinin tahminimden çok daha fazla karakterime ve ahlakıma etki ettiğinin farkına vardım. Çocukluğumda Karaman’ın nüfus tabelasında 66.600 yazdığını hatırlıyorum.
İnsanların çoğunun birbirini tanıdığı 1980’li yıllarda bize adımızdan önce kimin oğlu ya da torunu olduğumuz sorulurdu. Hâlâ lakapların, köylere referansların çokça kullanıldığı yıllardı.
Fenari Mahallesindeki evimizden aklımda ilk kalan şeylerden biri, yağmur yağdıktan sonra annemin pencereleri açması ve kerpiç evlerden buram buram yükselen toprak kokusudur. Aklımın ilk erdiği zamanlarda oturduğumuz mahallede kerpiç evler daha fazlaydı. Yıllar sonra Kütahya’da bir akşam yağmur yeni dindiği sırada Germiyan konaklarının olduğu sokaktan geçerken aynı kokuyu aldım ve çocukluğuma gittim. Koku, insan hafızasını aracısız, doğrudan uyaran bir duyu olduğu için böyle bir zaman yolculuğu yapmıştım. Sonraları bu koku, insan topraktan yaratıldığından kendi özünü hissettiği için mi bize hoş geliyor diye hep düşünmüşümdür.
Dedemin evinde avlu (hayat), aşene ve odunluk vardı. Evin kedisinin de bir görevi vardı. Aşene ve odunlukta kış için hazırlanmış yiyecek çuvallarını koruması gerekiyordu. O zaman insanın, nesnenin ve hayvanın da bir işe yaraması, görevinin olması gerekiyordu. Dedemin evinde hayat, gün doğmadan Kadirhane Camii’ne sabah namazına gitmesiyle başlar, gün batınca hepten yavaşlar ve yatsı namazına gideceği sırada yüklükten yatak yorgan inip hazırlanırdı. Namazdan döndüğünde onun evindeki hayat çoktan biterdi. Bizim evlerimizde ise televizyon çoktan zaman algımızı ve kullanımımızı değiştirmişti.
Onlar gelenekten devam eden bir hayatı yaşamaya devam ederken biz yeni, popüler ve kitleselleşen bir kültüre dahil oluyorduk. Yaşlılar tarafından garipsenirdik ve bize “zamane” denirdi. Dedemin 100 yaşındaki ablası bastonuna dayanarak bizim eve gelmiş, açık olan televizyondaki insanları evde sanarak sırtını dönüp poşusu ile ağzını kapatmıştı.
Dedem gündüz çarşıyı dolaşır, namaz vakitlerini beklerken bazen Cumhuriyet Parkı’nda otururdu. Babaannemin hayatı ise evin sınırlarında çoğunlukla avlu/hayat ve aşenede geçerdi. Günlerce ve bazen haftalarca evden hiç çıkmadığı olurdu. Dışarıya çıkmak için tek bir kıyafet değişikliği gerçekleşirdi. Başörtüsünün üstüne “çil örtü” dediği sadece başını değil, vücudunun belden yukarısını da örten bir örtü alırdı. Karaman’da eskiden kadınlar bu siyah beyaz damalı örtü ile çıkarlardı. Başkaları da çil örtü der miydi hatırlamıyorum. Aslında ev, mahalle ve bütün şehir hayatı, klasik İslam şehirleri modelinde olduğu gibi kadın mahremiyeti üzerine inşa edilmişti ve biz de son nesle azıcık hayal meyal hatırlayacak kadar kıyısından yetiştik.
Daha sonraki yılların değişiminin baş döndürücü hızı düşünüldüğünde bu insanlar sanki bize çok yabancı, başka bir aleme aitlermiş gibi geliyor. Halbuki okuma yazma bilmez kadınların ağzında Yunus’tan dörtlükler duyduk ki onlara cahil denilebilir miydi?
Bu evde misafirin hiç eksilmediğini de hatırlıyorum. Çoğunlukla dağ köylerinden bir örtü ile örttükleri feslerine paralar takmış ve çok dikkat çekici bir mavi tonda elbiseleri olan kadınlar gelirdi. Desenli kuşakları da dikkatimi çekerdi. Karaman’daki işlerini görürler, dedeme ve babaanneme uğrarlardı. Mütevazı hazırlanmış yer sofrasında aynı kaptan yemek yenirdi. Beceremediğim ve hayretle izlediğim bir şey de çatala ve kaşığa ihtiyaç duymadan küçük bir kürek başlığına dönüştürdükleri şebit ekmekle katı-sıvı bütün yemekleri ustalıkla yemeleriydi. Ardından merakla izlediğim bir ritüel başlardı. Kahve çekirdekleri tavada kavrulur, el değirmeninde çekilir ve cezvede kaynatılırdı.
Dağ köylülerinin konuşmaları kulağıma çok melodik, farklı bir konuşma gibi gelirdi. Bizim kullandığımızdan farklı kelimeler kullanırlardı. Birbirlerine “gada” diye hitaplarını hatırlıyorum. “Gardaş”tan kısaltılmış, kardeşim manasında kullanılıyormuş.
Ev ile mahalle etrafında ve parkın yanındaki çarşı dükkanlarında birbirini tamamlayan organize bir hayat devam ediyordu. Pişirdiğini komşusuna ikram eden, başkasına bir rahatsızlık vermemek için titizlenen, Ramazan geldiğinde elden geldiğince yardım yapmaya çalışan ve Karaman’ın bakıma muhtaç insanlarını, özellikle meczuplarını kendisine verilmiş emanet olarak görerek, yediren, içiren, hamama gönderen, cebine harçlık koyan ve yaptıkları hayırları kimsenin görmemesi için büyük hassasiyet gösteren insanlara şahit olmayı kendi adıma büyük bahtiyarlık ve Allah’ın bir lütfu sayıyorum.
Kıyısından şahit olduğum bu hayatın organize halinin zaman içinde değiştiğine ve dönüştüğüne şahit olduk. Hatta bazı alanlarda değişim ve dönüşümün de ötesinde dağılıp alt üst olduğu söylenebilir.
Çocukluğumun ilk dönemi, Fenari ve Mansur Dede mahallelerinde, tam şehir merkezinde geçti. Babamın ve amcamın dükkanları da Cumhuriyet Parkı karşısında olduğu için çarşıda büyüdük diyebilirim. Çarşıda öğle ya da ikindi ezanın okunacağını kolları ve paçaları sıvalı esnafların ellerinde ibriklerle dükkânlarının önlerine çıkmalarından anlardık. Dükkânlarının konumuna göre Attariye, Demirciler, Külahçılar, Kadirhane ya da Şabaniye Camiine giderlerdi.
Karaman’ın hem yerlisi hem de çok eski bakkallarından Hamdi Koçak bastonuyla gelir, kapıdan selam verir, içeriden bir tabure alır ve dükkânın önüne otururdu. Babamın “Koçak dede geldi mi elini öp, sonra da şekerli kahve söyle” demesi basit bir şunu yap cümlesinin ötesinde Hamdi dedenin eski esnaf olmasına, babasının arkadaşı olmasına ve yaşlı olmasına hürmeti de ifade ediyordu.
Ahmet Tek ağabey, özgeçmişim ve Karaman’a dair hatıralarımla ilgili bir şeyler yazmamı isteyince sanırım hafızam ilk çocukluğumun daha çok kişiliğime ve kimliğime etki eden olumlu yönleri öncelikle hatırıma getirdi. Elbette hayat olumlu ve olumsuz yönlerle yaşanıyor. Nostaljik kurgular bazen bize geçmişi çok yönlü görmeye engel de olabiliyor. Bu ihtiyatı gözetmek gerekir. Ancak Karaman’ın şahsiyetimin oluşumundaki etkilerini düşündüğümde şahit olduğum geleneğin birikiminin hayata yansımalarının çok belirleyici olduğunu söyleyebilirim.
Toprağın insanı çekmesi mekandan çok yakınlıklarımıza ve yaşanmışlıklara dayanan hafıza ile; aslında kendimizi arayışımızla ilgilidir. Kendimi aradığımda Karaman’ı buluyorum.”
Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın, Karaman’ın gurur duyduğu genç bilim insanlarından. Karaman sevgisiyle yoğrulmuş. Onun eserleri, kitaplığımın en değerli kitapları arasında. Mahmut Hakkı Akın’ın benim için gurur verici bir yanı da, Cumhuriyet İlkokulundaki öğretmeninin ablam Zehra Tek olmasıdır.