1950 yıllarında, Karaman’da duvarları taştan ve çoğunlukla da kerpiçten yapılırdı, evler…
Bu evlerin üzerlerine hasırlar serilip, direkler sıralanır ve üzerlerine de toprak atılırdı.
Kış aylarında, damların saçaklarında buz tutmuş sarkıtlar olurdu. Damda biriken karlar, ahşap küreklerle aşağılara atılır ve damlar silindir şeklindeki taş yuvaklarla yuvulurdu.
İşte bu toprak damlı evlerde yaşayan yoksul ve fakir halk, Osmanlının 1854 yılında İngilizlerden aldığı ve hesapsızca harcadığı borçlarının ödemesini 1954 yılında tamamladığından, çocukları sağlıklı olarak beslenmedi.
1957 yılında Karaman’da lise eğitimine başlanıldı. Ben, bu yılda toprak damlı evlerde yaşayan çocuklar gibi ortaokula başladım.
Dayımın oğulları Haydar ve Mustafa Varel (Rahmetli oldular), Kazalpa’da Zeyve’de diğer akrabalarım gibi, bahçeli bir evde otururlardı. Bu nedenle sıkça Kazalpa’ya giderdim. Bahçelerinde oynardık. Çokça da küçük ve iri kumların adacıklar oluşturduğu Kazalpa Çayı’nın diz boyunu aşan derinliklerinde tanıdıklarımla birlikte yüzerdim.
Kazalpa’ya her gidişimde, aynı yaşlarda olduğumuz bir genç dikkatimi çekerdi, hep…
Toprak damlı evde yaşayan kar ayağız bir delikanlı.
Saygın bir kişilik…
Nevzat Dağlı…
Elinde hep kitap olurdu.
Ve başı hep dik dururdu.
Onurlu ve gururlu bir duruşu vardı.
Bakışları, tüm olumsuzluklara içten içe isyan eder gibiydi.
Gelip geçtiği yolların yanlarındaki; ağaçlar, ağaç dalları, ağaç dallarındaki yapraklar ve çiçekler, ağaç dallarındaki yapraklar arasından oraya buraya sıçrayan kuşlar, dostu olmuştu sanki…
Dostluğun yarattığı özgüvenle Hisar Mahallesi ve Eski Devlet Hastanesinin önünden kendine özgü adımlarla ve yavaş yavaş yürüyerek, adeta kayar gibi, Karaman Halk Kütüphanesine girerdi.
Yıllar sonra, elindeki kitabın yanına bir de kalem almış.
Başlangıçta Anadolu’nun Türk ve İslamlaşması için olumlu uğraşlar veren ve başarılı olan tarikatların, günümüzde maalesef birbirleriyle yarışa giren birer çıkar grupları durumuna geldikleri iddia edilmektedir.
Çıkarı için tarikatlara katılma ve birer miskinler yuvası durumuna gelen tekkelere giderek, beynini karatma yerine; bilim ve sanatı yeğlerek, beynini aydınlatmayı seçen Nevzat Dağlı, aynı zamanda da şiir sanatı ile de toplumu aydınlatmaya yöneldi ve durmadan, bıkmadan ve yılmadan yazdı, yazıyor…
Zira yazılı kültürü tamamlamadan, sözlü kültüre geçen toplumumuzda, bilgi ve bilim devrimleri yapılmadı ve aydınlanma dönemi de tam olarak yaşanılmadı.
Yazdığı tüm şiirlerinde, toplumu aydınlatmayı temel görev bilen Nevzat Dağlı, bir halk insanı olarak, özünü kaybetmeden değişik alanlarda yazmayı sürdürüyor.
“Yaradılanı severim, Yaradandan ötürü” diyen, Yunus Emre ile sevgide buluşan, Sıladaş (hemşeri) Ozanımıza bu kutlu uğraşları için teşekkür ediyorum ve başarılarının devamını diliyorum.