Tasavvuf yolunda ilerlemek için belli manevi makamlardan (Tevbe, Rıza, Hayf, Reca gibi) geçmek şarttır. Mutasavvıflar (Tasavvuf felsefesini benimseyenler) bu yolda ilerlemek, bir ma’nevi makamdan diğerine geçmek suretiyle ruhi olgunluğa ermek, gerçek bilgiye ulaşmak için “Seyr-i Sulük” (Ruhani yolculuk) denilen ma’nevi yükselişe götüren yolculuğa çıkmak gerektiğine inanmışlar ve bunun uygulamasını yapmışlardır.
Mutasavvıflar, bu “Sey-i Sulük”un uygulanışında iki metot belirlemişlerdir. Bunlardan biri “Seyr-i sulük-ı enfusi” adlandırılır ki; kişiyi (müridi) benliğine yönetmek ve benliğindeki şeytani duygulardan, düşüncelerden arınmak hedef alınır.
Bu metotla: nefisteki kötü duygu ve düşüncelerle, şeytani vesveselerle mücadele edilir. Nefsin kötü istekleri kontrol altına alınır ve bu suretle esas maksat olan üstün insan (İnsan-ı Kamil) yaratmaya çalışılır. Bunun için müride belli virdler ( belirli sayıda Allah denilmesi) verilir ve zikirler yaptırılır. Yoğun ve şiddetli egzersizler ve riyazetle uygulanır.
Bu eğitim metodu, içe ve benliğe dönüklük (Subjektif) yoludur. Mürid bu yolda egzersizler yaparak ma’nevi makamları geçer, kemale erer ve benliğini tanıma imkânı bulur ve gerçek bilgiyi elde eder. Neticede Yaradan’ı içinde bulur. Ve nefsini bilen Rabbini de bilir.
Mevlana ve hocaları, bu yolun taraftarı idiler.
Diğer yol ise, “Seyr-i suluk-i afakî” diye adlandırılır. Bu eğitim metodunun esası şudur: Kişinin başka bir ifade ile müridin Yaradan’ın eserleri olan eşya ile meşguliyet içinde bulunması sağlanır.
Eşyanın esrarını ve güzelliğini temaşa ederek Yaradan’ın (San) celal ve cemaline vasıl olmasına gayret edilir.
Müride eşyanın esrarını anlatmaya ve idrake sevk edili virdler verilir, zikirler ve riyazetler yaptırılır. Kişi kendini de eşyadan bir parça olarak görür.
Bu durumda mürid hem suje, hem obje olmaktadır. Eşyanın muhabbeti gönüle nakşedilmeye ve muhabbet vasıta kılınarak Allah’a bir yol bulunmaya çalışılır.
Bu yolda, dışa dönüklük (objektif) yoludur. Bu yolda eserden, eserin sahibini, yani Sani’i Cenab-ı Allah’ı bulmaya çalışırlar. Cenab-ı Allah’ın sıfat ve fiilleri eşyada tecelli ettiğinden, eşyanın tezekkür ve tefekkürü, insanı Allah’la vuslata götüreceğine inanılır.
Bu yolun tanınmış mürşidi, “Evhadiye” tarikatının kurucusu Ahi Evren’in kayın babası Kirmani idi. Onun bu meşrebini Anadolu’da sürdürenler; Ahi Eren,
Zeynü’d din Saduka, Sivaslı Hace Şemsüldedin Ahmed, Tabduk Emre gibi şeyhlerdir. (1)
(1)Prof.Dr. Mikail Bayram, Sosyal ve Siyasal Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi, 2020, s.173