Merhaba değerli okuyucular..
Bu hafta köşemizde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer alan temel ilkelerden bahsedeceğiz.
Bu ilkeler herkes tarafından suç olan eylemler kadar bilinmese de ceza hukukumuzda yer alan genel ilkeler olması nedeniyle büyük önem arz etmektedir.
Şöyle ki bahsedeceğimiz ilkeler, bir kişinin suç işlemesi halinde de, bu suça müeyyide olarak belirtilen cezanın verilmesi ve cezanın infazı aşamasında da uyulması gereken en temel kurallardır. Bu kuralların temeli genel itibari ile modern zamanlarda atılmamış ve çok eskiden beri varlığını sürdürmektedir.
Bu ilkeler sadece hukukçuların bilmesi gereken ilkeler olmayıp, bütün vatandaşların bilmesi gereken ilkelerdir.
Öncelikle bu kavramları anlamak için ilk maddede yer alan kanunun amacından söz etmek gerekir.
TCK m. 1 “Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.”
Kanun metninden de açıkça anlaşılacağı üzere ceza kanununun var olmasının amacı suç işlenmesini önlemektir. Zira suç işlenmesi önlendiği halde kişiler sahip olduğu hak ve özgürlükleri dilediği gibi kullanacak, toplumun düzeni ve güvenliği sağlanacak, vatandaşların hakkı teminat altına alınarak korunduğundan Anayasamızda yer alan hukuk devleti ilkesi hayata geçecek, toplum sağlığı ve çevrede olumsuz bir durum olmayacak ve insanlar barış içinde yaşayacaktır.
Görüldüğü gibi Türk Ceza Kanunu’nun varlığının nedeni aslında temel itibari ile suç işleyenleri cezalandırmak için değil tam da aksine insanların suç işlemesini ve ceza almasını engelleme düşüncesidir. Ancak tüm bu düzenlemelere rağmen yasaklanan eylemlerin gerçekleştirilmesi halinde ceza ve güvenlik tedbirlerinin uygulanması gündeme gelecektir.
Kanunda yer alan ilk ilke “Suçta ve Cezada Kanunilik” ilkesidir. Bu ilkeye göre kanunsuz suç ve ceza olmaz. Bir eylemin suç olarak kabul edilmesi için mutlaka kanuni bir düzenleme olmalıdır. Kanun ile suç olarak düzenlenen eylem için bir ceza da belirlenmiştir. Hakim yargılamayı yaparken suç için öngörülen cezadan başka bir cezaya hükmedemez. Örneğin kanunumuzda hırsızlık suçunun temel halinin cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Hakim burada karar verirken sadece kanunda öngörülen cezaya hükmedebilir. Hakimin kendi kendine yeni bir ceza belirlemesine ve bu sınırın dışında bir ceza vermesine izin verilmez. Örneğin ülkemizde hakim hırsızlık yaptığı için bir kişinin idamına karar veremez.
Kanunun ikinci maddesinde yer alan diğer bir ilke ise “İdarenin düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza konulamaz.” İlkesidir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere suç ve cezalar kanun ile düzenlenebilir. Bunun dışında idare olarak kabul edilen devlet yönetiminin, valinin, kaymakamın ya da kolluk kuvvetlerinin kanunda kabul edilmeyen bir eylemi suç olarak kabul etmesine ve ceza verilmesine izin verilmez. Bu konuya örnek olarak pandemi döneminde verilen maske takmama cezası verilebilir. Pandemi döneminde salgının yayılmasını durdurabilmek adına maske takma zorunluluğu getirilmiş olup, bu zorunluluğa uymayan kişilere valilik ve emniyet güçleri aracılığı ile 900,00 TL para cezası yazılmıştır. Her ne kadar maske takmak salgının seyrini değiştirecek bir düzenleme de olsa bu yükümlülüğü yerine getirmeme nedeniyle ceza yazılması hukuken mümkün değildir. Bu idarenin düzenleyici işlemi nedeniyle suç ve ceza üretilmez ilkesine ayrılık anlamına gelmektedir. Bu konuda mahkemelere yapılan bir çok itiraz sonucunda mahkemeler itirazı kabul ederek maske cezasını kaldırmıştır. Zaten geçtiğimiz günlerde de ödenmeyen bu maske cezaları devlet tarafından silinmiştir.
İkinci maddede yer alan son ilke ise kıyas yasağı ilkesidir. Hukukumuzda kıyas mümkün olsa da bu kıyas ceza hukuku alanında yapılamaz. Çünkü bu konuda yapılacak geniş bir yorumlama suç olmayan eylemlerin suç olarak yorumlanmasına neden olacak ve hakkaniyete aykırılı teşkil edecektir.
Kanunun üçüncü maddesinde yer alan ilke “Adalet ve Kanun Önünde Eşitlik” ilkesidir. Bu ilkeye göre herkes kanun önünde eşittir ve hiçbir nedenle bu kişiler hakkında ayrım yapılamaz. Kişiler yargılanırken sahip oldukları ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumlarıfarketmeksizin eşit bir yargılama hakkına sahiplerdir. Örneğin ülkemizde işlenen bir suçla ilgili olarak suçu işleyen kişinin hangi partiye üye olduğu önemsizdir. Kişi işlediği suç nedeniyle herhangi bir partinin üyesi olması nedeniyle cezasız kalması da daha fazla cezalandırılması da bu yasağa aykırılık teşkil edecektir.
Kanunun dördüncü maddesine yer alan ilke “Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz.” İlkesidir. Burada önemli olan kişinin eyleminin ceza kanununda öngörülen bir suçu oluşturup oluşturmadığını bilmemesinin mazeret olamayacağıdır. Kişi yaptığı eylemin bir haksızlık olduğunun bilincinde ise bu cezalandırmak için yeterlidir. Buradaki tek istisna kişinin eylemi yaparken bir hataya düşmesi ve bu hatanın kaçınılmaz olmasıdır. Bu kişinin hataya düşmesi ve hatanın kaçınılmaz olmasının belirlenmesinde kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim ve içinde bulunduğu sosyal kültürel durum ile çevre koşulları önemlidir.
Haftaya başka bir hukuki konu ile görüşmek üzere, sağlıkla kalın..