Karaman denilince akıllara mesire yerleri değil, bir kültür hazinesinin varlığı gelir.
Yani, bir zamanlar yeni kuşakların bilmediği bir Karaman vardı. Bu Karaman’da yaşayanlar; emeklerini, ekmeklerini, hüzünlerini ve sevinçlerini paylaşırlardı. Ve bu Karaman’da yaşayanlar, ölülerine birlikte ağlar; düğünlerinde birlikte oynarlardı. Ve Karaman’daki kültür hazineleri, Karaman’ın ve Karaman’da yaşayanların birer hafızası idi…
Gözlerin alabildiğine uzanan ve Karaman’ı bir yeşil denize dönüştüren, içinde envai çeşit meyvelerin yetiştiği, duvarları birbirine bitişik komşu olan bahçeler vardı.
Karaman’ın Güneyi’nde, Doğu-Batı yönünde sessizce akan Kazalpa Çayının kıyısında Hıdırellez akşamları toplaşan insanlar, dualar eder, dileklerde bulunurlar ve Şıhali Sultan Türbesinin penceresindeki demir parmaklıklara bezler bağlarlardı.
Etrafı dar ve tozlu yollarla çevrili; içinde yıllarca hüzünlerin, sevinçlerin hasretlerin, yaşanıldığı evlerin bulunduğu bir Hisar Mahallesi vardı. Mahallenin yukarısında da Selçukludan kalma bir tarih abidesi olan Karaman Kalesi. Hisar mahallesi yok edilmiş ve Karaman Kalesi, saçları kazınmış bir başın üzerinde bir tutam saç gibi kalmış.
Aşağılara inilince, içinde iki adet tavus kuşunun bulunduğu ve kısa duvarlarla çevrili ve insanlar güven veren Karaman Devlet Hastanesi.
Yürümeye devam edilince; sağ tarafta Nefise Sultan Medresesi selamlar gelip-geçen insanları.
Nihayet dört yolun kesiştiği bir köşe. Hemen sol tarafta yaylı arabaları ve faytonları çeken atların yalağından su içtiği Hacıbeyler Çeşmesi. Tam karşısında da Recep Amcanın sıcacık yaptığı, beyinlerin açlığını giderdiği ve ödevlerin yapıldığı Karaman Kütüphanesi…
Sol tarafa yönelince, atların nal seslerinin bir ahenk içinde duyulduğu, parke taşlarla örülü ve etrafı, akasya ağaçlarıyla çevrili gençlerin akşamüzerleri racon kestiği İstasyon Caddesi. Caddenin sonunda, sevinçleri ve hüzünlerin aynı anda yaşatan kara trenlerin gelip geçtiği Karaman Tren İstasyonu ve hemen yanında da, havuz başında buz gibi bir sade gazozların içildiği ve Sevim Tanürek’in söylediği ve yürekleri dağlayan Uşşak şarkıları. Arka tarafında bulunan toprak Karaman Top Sahası…
Köşeden sağa dönelince, önce bisikletçi Ali Efendinin dükkânı ve onu geçince de, etrafında; arabacıların, nalbantların, sayaçların ve yiyeceklerinde çok güler
yüzlerini ve insani davranışlarını satan helvacı dükkânlarının bulunduğu; dini bayramlarda, çocuk seslerinin ayyuka çıktığı salıncakların kurulduğu Buğday Pazarı.
Bu kez köşeden yukarıya doğru çıkılınca, sol tarafta önünde iki kupası 25 kuruş olan devramber satıcılarının dizildiği, Yeni Sinema. Yürüyüşe devam edilince kapısının önünde çifte aslanların bulunduğu ve sıcak günlerde az da olsa bir parça serinlenme için banklarına oturulan etrafı engin duvarlarla çevrili ve hemen dört bir tarafında işyerlerinin bulunduğu Cumhuriyet Parkı. Parktan sol tarafa yönelince üstü kapalı olan, yaz ve kış serinliğini koruyan et satış yeri ve ona bitişik olan Karaman Sebze Pazarı.
Biraz daha Güney’e gidildikçe Eski Sinema ve nihayet; duvarına oturup çimen ekmek yediğimiz Karaman Lisesi…
Ve nihayet Yunus Emre Camii, İmarethane, sayısız türbe ve camiiler.
Ve dillerden hiç düşmeyen; Alişahane, Hecceler ve Kırmahalleleri...
Karaman’ı, Karaman yapan bunlar değil miydi?
İşte ben, bu Karaman’ı özlüyorum.
Bunlardan bir eser kaldı mı Karaman’da?
Yeni kuşaklar, bunları duydular mı, bunları bilirler mi?
Evet, Karaman denilince benim aklıma bir kültür hazinesi gelir, mesire yerleri değil…