Bir anlaşma aracı olarak kullanılan dil, aynı zamanda; toplumların kültür oluşturmasında ve uluslaşmasında önde gelen bir unsurdur.Türk Toplumu, sekizinci Yüzyılın ikinci yarısında, kitleler halinde İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte İslam Kültürü içersinde yer almaya başlamıştır. On birinci Yüzyılın ortalarına doğru, İran’da Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla da İran Kültürüyle yakından tanışmıştır.
Bu gelişmeler, Türk Toplumunda, Arapça ve Farsça hayranlığı yaratmış ve Arapça dini, Farsça da şiir yönünden Türkçemizi etkilemiş, sonuçta, Türkçenin gelişmesini ve yeni kelimeler üretilmesini engellemiştir. Türkçenin içinde bulunduğu bu durum karşısında: Kaşgarlı Mahmut, (1029-1105) Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde, Türkçenin, Arapça ve Farsçadan üstün olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.
Öyle ki; Devlete adını veren Selçuk Bey ve beraberindekilerin Türkçe adlar taşımalarına rağmen, son hükümdarların Keykavus, Keykubat gibi Farsça adlardır. En önemlisi de, devletin resmi dili Türkçe değil, Farsçadır. Ayrıca sarayda ve yazı dilinde Farsçayı kullanmış, adeta Türkçe, kaba bir dil olarak halkın içine sığınmıştır.
Karamanoğlu Mehmet Bey ise, 13 Mayıs 1277 yılında yayınladığı fermanında: “ Şimden giru hiç kimesne kapuda ve divanda ve mecalis ve seyranda Türki dilinden gayri dil söylemeye” diyerek, Türkçeden başka dil kullanılmasını yasaklamıştır.
Ancak, Osmanlı döneminde teokratik devlet medreseye, medrese Arapçaya ve Arap harflerine dayanıyordu. Şiir dilinde de Farsça ağırlığını koruyordu. Bu durum, Türkçeye kişiliğini kaybettirdiği gibi Osmanlıca adını alan bir konuşma dilini de ortaya çıkarmıştır. Osmanlıcayı, Türklerin büyük bir bölümü anlamazdı. Dil birliğinin oluşmaması, aydın kesimle halk arasında dil bakımında bir uçurum oluşturuyordu.
Oysa 15 ve 16 yüzyıllara Batılılar, Türk asırları derken, biz kendimizi; Osmanlı, Safevi, Timur, Babür, Özbek, Kazak, Uygur gibi adlarla adlandırıyorduk…
Aslında zararlı olan Arapça ve Farsça kelimelerin dilimize girmesi değil, Arapça ve Farsça kelimelerin, Türk gramerine ve ağzına uymadığı için, kendi grameriyle birlikte gelmesidir. Bugün dünyada saf bir dil yoktur. Örneğin: İngilizcenin kelimelerinin yarısı Almancadan veya Fransızcadan gelmektedir. Ancak bu kelimeler İngilizceleşmiştir.
Atatürk, Türkçenin, Türk gramerine uymayan yabancı kelimelerden arındırılması, Türk dilinin zenginleştirilmesi ve dilimizin bilimsel olarak araştırılmasının yapılabilmesi amacıyla 1932 yılında “Türk Dil Kurumu” nu kurmuştur.
1932 yılında, yapılan İlk Türk Dil Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül, ülkemizde “Dil Bayramı” 0larak kabul edilmiştir.
Atatürk, 1932’de Meclis açış konuşmasında: “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk Cumhuriyetinin temel direği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin benliğine aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli olmasını isteriz.” Demektedir
25.10.2007 Perşembe günü saat 11.00’de, Türkiye’de yapılan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dışişleri Bakanları Konseyi’nin toplantısında, önceki Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, konuşmasını İngilizce olarak yapmıştır.
15.02.2008 Cuma günü saat 10.30’da Ankara’da Filistinli Diplomatlarla yapılan toplantıda önceki Dışişleri Bakanı Sayın Ali Babacan, konuşmasını İngilizce olarak yapmıştır.
Devlet adamlarımızın, Türkiye’de yapılan toplantılarda, konuşmalarını İngilizce olarak yapmaları, Atatürk’ün 1932 yılında Meclis açış konuşmasıyla nasıl bir uyum sağlamaktadır? Konuşmaların, Türkçe yerine İngilizce olarak yapılmaları ne anlama gelmektedir? 1982 tarihli Anayasamızın 3. cü maddesinde: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili TÜRKÇEDİR.” Denilmektedir.
Ülkemizin bütün kent ve kasabalarındaki mahalle ve sokaklarında bulunan işyerleri ve işletmelerin adlarının, yabancı adlar olması bir tesadüf müdür? Yoksa ulusal bilincin ve ulusal kültürün törpülenmekte olduğunun ve dilde bir asimilasyonun başladığının göstergeleri midir?
Asırlardan bu yana Türk dili üzerindeki olumsuzlukların bertaraf edilerek, Türk Dili’nin tüm berraklığı ve canlılığına tekrar kavuşması ve kültürel arenada eski yerini alabilmesi için:
Bir “Türkçeyi Koruma” kampanyasının başlatılmasını ve bu kampanyayı da gerek ülke içinde olsun, gerekse, ülke dışında olsun “81 İl Valiiği”nin üslenmesini ve bu ulusal görevi gecikmeden gerçekleştirmesini, bekliyorum…