Türkiye'de arkeoloji haberciliğinin simge isimlerinden biri olan Gazeteci Özgen Acar yaşamını yitirdi. Türkiye'nin yurt dışına kaçırılan kültürel mirasının ait olduğu topraklara geri dönmesinde önemli çabaları olan Özgen Acar 86 yaşında yaşama veda etti.

Türkiye'de özellikle basında belirli konularda uzmanlaşan muhabir, yazar ve editör bulmak artık çok zor. Arkeoloji, tarım, deniz ve balıkçılık, çevre, mimari ve emek haberciliği gibi alanlar bu ülke için çok kritik başlıklar. Bir zamanlar "her üç kişiden beşinin şair" olduğu bu ülkede günümüzde ise her beş kişiden onu siyaset uzmanı oldu. Bu yüzden kutuplaşarak kamplara ayrılan toplumda taraflardan birini seçip karşı tarafa yüklenerek ucuz siyasetin değirmenine su taşımak her zamankinden daha çok pirim yapar hale geldi...

Oysa bu güzel toprakların ayırt edici özellikleri, kendine has değerleri ve zengin bir doğal ve kültürel mirası var. Bu zenginliğin daha iyi kavranıp anlaşılması için Özgen Acar gibi belirli bir alanda uzmanlaşan ve bıkıp usanmadan bu alanda emek veren, üreten kalemlere olan ihtiyacımız da her zamankinden daha çok...

2000'li yıllarda Kaş Kitap Şenliği'ni organize ettiğimiz dönemlerde birçok konuda zengin tartışmalar yapabilme olanağımız vardı. 2006 yılında 13-19 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirdiğimiz 6. Kaş Kitap Şenliği'nin oturum başlıklarında biri de "Oryantalizmden Küreselleşmeye: Kültürel Mirasımız ve Edebiyatımız" şeklindeydi.

Bu başlık aslında içinde bulunduğumuz birçok soruna dokunuyordu. Çok sayıda yazar, akademisyen ve sanatçının katılımıyla gerçekleşen etkinlikte değerli Özgen Acar'ın da konuyla ilgili bir bildirisini sunmuştuk...

Türk arkeolojisi ve kültürel mirasının usta kalemi Özgen Acar'ı güncelliğini uzun süre yitirmeyecek olan 2006 yılında yazdığı o bildirisiyle uğurlamak istedim...

Toprağı bol olsun...

(Yusuf Yavuz)

***

Özgen Acar'ın söz konusu etkinlikte https://acikgazete.com/6nc-ka-kitap-enlii-program-belli.../ sunduğumuz bildirisi:

Türk Yazınının Küreselleşmesi Homeros’tan Geçiyor!*

Özgen Acar

Dünyada kitapları ile küreselleşen ilk kişi kimdir dersiniz?

Birlikte anımsayalım!

Türkiye’de 20 bin kadar höyüğün varlığından söz edilir. İnsanoğlunun mağaradan çıkıp tarım devrimi ile üretime ve hayvanları evcilleştirmeye başlangıcından yakın tarihlere değin uzanan tarihle yoğrulmuş höyüklerden biri de Troia’dır.

Troia, bu höyüklerin en küçüklerinden biri olmasına karşın, dünyanın “en ünlü” höyüğüdür. Troia’nın ünü, İzmirli hemşehrimiz, âmâ destan ozanı Homeros (İÖ 9-8.yy) gibi bir “halkla ilişkiler uzmanına” sahip olma şansından kaynaklanır.

Homeros’un “İlyada” ve “Odysseia” destanları, belki de günümüze değin Tevrat, İncil ve Kuran kadar en çok satan kitapların başında gelir. Batının doğusalcılığının kökeninde İlyada ve Odysseia kitapları yatar. Bu iki dev yapıtın batıda yarattığı doğuya yöneliş, doğuda keşfedilen “yazının” gelişiminden yüzyıllarca yıl sonra Sümerlerden,. Mısırlılardan, Hititlerden ve öteki ulusların öykü, ahlak kuralları ve kültürlerinden etkilenen Tevrat, İncil ve Kuran’daki öyküler ile dinsel alanda küreselleşecektir.

Sorunumuzu artık şöyle yanıtlayabiliriz: “İzmirli hemşehrimiz Homeros için, iki anıtsal yapıtı ile yalnızca dünyanın bilinen ilk küresel yazarı değil, aynı zamanda ilk halkla ilişkiler uzmanıdır, diyebiliriz herhalde!”

Her iki yapıt, ister yazın, ister resim, ister heykel ve de ister müzik olsun batı sanatının temelini oluşturur. Batı, kendi sanatının köklerini Homeros’tan dolayı Yunan kültürüne bağlar. Troia Anadolu’da değil midir? Homeros İzmirli değil midir? “Anadolu” sözcüğü ise Yunanca “Anatoliki (doğusal)” demek değil miydi?

Bugün Anadolu’da 3 bin antik kent kalıntısının varlığından söz edilir. Anadolu’da, Yunanistan’dan fazla “Yunan”; İtalya’dan fazla “Roma” kenti bulunduğuna göre “Batı uygarlığının kökeni Yunanistan’da mı, İtalya’da mı yoksa Anadolu’da mıdır?” sorusunu sormak gerekmez mi?

Batıda Homeros’a uzanan Zeus’lu, Afrodit’li söylencelerden ya da “Reform”un yarattığı vicdan özgürlüğü ile bütünleşen “Rönesans” ressamlarının Musa, İsa ve Meryem’li resimlerinin 17. yüzyıl sonlarına doğru bıkkınlık yarattığı bir dönemde esmeye başlayan Osmanlı kültür rüzgarı Avrupa’ya değişik bir soluk, değişik bir hava taşır. Batı ile Osmanlı arasında yoğunlaşan diplomatik ve ticari ilişkilerin yanı sıra Osmanlı kültürünün Avrupa’yı etkilemesi kaçınılmazdı.

18. yüzyılda özellikle iki Batılı diplomatın kültür anlayışları, anlatımları Batılıların dikkatlerini daha fazla doğuya yönlendirecektir. İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi Charles de Ferriol 1714’te Osmanlı İmparatorluğundaki yaşamı anlatan ve giysileri gösteren bir kitap yayınlar. Avrupa’da “en çok satan” kitap olarak olağanüstü bir “sansasyon (heyecan coşkusu)” yaratır. Kitabın büyük ilgi görmesinde o tarihlerde İstanbul’da yaşayan batılı ressamlardan Le Hay’ın gravürleri ile Jan-Baptiste Vanmour’un resimlerinin yer almasının önemli etkisi vardır. Kitap, batılı tüccarların getirdiği Osmanlı giysilerine, ipek kumaşlarına, Uşak halılarına, İznik çinilerine istemi arttırmakla kalmaz; soyluların, Osmanlı giysileri içinde yağlıboya resimlerini yaptırmalarına da yol açar.

İngiliz Büyükelçisi Lord Montagu ve eşi Lady Mary Wortkey Montagu , önce İngiltere’yi sonra Avrupa soylularını şaşırtacaklardır. Lord Montagu’nun malikanesinde, “British Müzesinin” temelini oluşturan ilk çekirdek koleksiyon derlenecektir. Lord Montagu, Homeros’un yarattığı Yunan hayranlığına Yunanistan ve Anadolu kökenli arkeolojik yapıtları Batı’yla tanıştırırken, ressamlara Osmanlı giysileri içinde 1717’de yaptırdığı kendi portresi ile İngiliz soylularını da kıskandıracaktır.

Daha sonra boşandığı eşi Lady Montagu da “Doğu Mektupları” adlı kitabıyla Osmanlı’nın İstanbul’una olağanüstü bir hayranlık yaratacaktır. Erkeklerin giremediği Osmanlı hareminin erişilemez dünyasına girip baş kadınlarla söyleşilerini ve yaşamlarını anlatarak, haremin gizem perdesini “en çok satan” kitabı ile aralayacaktır. “Orientalist (doğusalcı)” akım, “harem” kadınlarının gizemini resim dünyasında renklere dönüştürecektir.

O günlerde “divan, sofa” gibi sözcükler batı dillerine girerken, koltukta otururken ayakların uzatıldığı “puf”un adı “Ottoman (Osmanlı)”, “saray”ın adı da“seraglio” olacaktır. Bugün Amerika’da ve Avrupa’da kime sorarsanız sorun, kendi dillerinde kullandıkları “yoğurt” sözcüğünün Türkçe olduğunu bilen pek çıkmayacaktır.

Amadeus Mozart’ın (1756-91) “Türk Marşı” ve “Saraydan (seraglio) Kız Kaçırma” operası da Avrupa doğusalcılığının doruğunu oluşturacaktır.

“Turcomania (Türk manyaklığı)” akımının yarattığı büyü, sayısız Avrupalı gezginin, ressamın, amatör arkeoloğun Osmanlı topraklarını ve dünyasını tanımak amacıyla yollara dökülmelerine yol açacaktır.

Yunan hayranlığına ek olarak, Lord Monragu’ya imrendiği için olsa gerek, Arnavut giysileri içindeki portresi ile İngiliz ozan Lord Byron’un (1788 - 1824) yapıtlarına yansıyan doğunun renkli havasını Batılı şiir severler ezberleyip özümleyeceklerdir. Bir başka İngiliz, amiral Francis Beaufort bir yandan, Kaş dâhil, Güney Anadolu kıyılarının haritalarını çıkarken, bir yandan da yörenin tarihini yansıtan “Karamania” adlı kitabıyla dikkatleri yöreye çekecektir.

Fransız gezgin-arkeolog Charles Texier’in (1802-1871) Anadolu’nun tarihsel, kültürel, dinsel mirasını bilimsel olarak anlatıp resimlendirdiği anıtsal “Küçük Asya” kitabı elden düşmeyen, günümüzde dahi önemini koruyan başyapıt olma özelliğini sürdürecektir.

Leh kökenli Avusturyalı Karl Graf Von Langckoronski’nin 1890 tarihli “Pamfilya ve Pisidya” kitabı, bundan iki yıl sonra yayımlanan, yurttaşı istihkâm yüzbaşısı Ernest Krickl’nin “1892 Lykia Günlüğü” ve daha nice batılı gezgin-yazar-arkeolog Bodrum’dan İskenderun’a kadar taradıkları Akdeniz kıyılarını kitaplara dönüştüreceklerdir.

Avrupalı çeşitli gezginlerin bir yandan Homeros’un antik dünyası ile Osmanlı’nın büyüleyici, görkemli yaşamı arasında gidip gelen kitapları ile batıdaki aydınlanma çağına önemli katkı yaptıkları da gözlenecektir.

Fransız Romancı Pier Loti’nin (1850-1923) İstanbul yaşamı Paris kitapçılarında baş yapıtlar arasında yerini alacaktır.

19. yüzyılın sonlarında İzmir’e gelen, trenle Selçuk’a geçen, o günlerde “rent-a-car (araba kiralama)” olmadığı için “rent-a-donkey (eşek kiralama)” yapan ünlü Amerikalı yazar Mark Twain (1835-1910), Efes’teki gecesini bir New York Gazetesine gönderdiği mektup-röportajla anlatır. O tarihlerde Efes’te daha arkeolojik kazılar başlamamıştır. Efes kalıntılarında sabah gözlerini açtığında gördüklerini Twain “Sabah uyandığımda sütunlar, çöldeki kum tepelerinden filizlenen palmiye açları gibiydi” sözleri ile anlatır. Röportajlarını topladığı kitabı, “en pahalı” fiyatı taşımasına karşın, o yıl “en çok satan” kitap olarak önce ABD’de, sonra İngiltere’de kitapçı vitrinlerinde başköşeye oturacaktır.

Daha yedi yaşındayken Homeros’un destanını antik Yunanca’sıyla ezberleyen Alman Henrich Scliemann.(1822-90), o ana kadar “Atlantis” adası gibi düşsel bir yer olarak algılanan Troia’yı bulmaya gelir ve bulur. Onun kitabı da “en çok satan” ve hala satan kitaplar arasında yerini alır. Troia’nın ve görkemli hazinenin bulunuşu ile Homeros’un doğruları söylediği anlaşılır. O günden sonra İlyada ve Odysseia kitapları yeni baskılar yapmaya başlar. Belki de dünyanın bir köşesinde şu anda yeni baskıları ve yeni çevrileri yapılıyor olabilir. Bugün yaşasaydı, “telif hakları” ile kuşkusuz zenginlikte bilgisayarcı Bill Gates’i rahatlıkla geçmez miydi?

Bir başka doğusalcı arkeolog, ünlü “Arabistan Casusu” denilen İngiliz Thomas Edward Lawrence (1888-1935), Suriye sınırındaki Kargamış kazıları sırasındaki çalışma raporlarını yayımlanmakla kalmamış, kendi yaşam öyküsünü anlattığı “Aklın Yedi Sütunu” adlı yapıtı ile de, “en çok satan” kitap yazarı olmuştur. Yaşıyor olsaydı çeşitli dillerde kitabının hala yeni baskılarının yapıldığını da gururla gözlerdi.

1928’da eşinden boşanmasının bunalımı ile kendini doğu yollarına vuran Agatha Christie’nin (1890-1976) bir üçlüyü oluşturan “Doğu Ekspresi, Mezopotamya, Nil’de Cinayet” adlı kitapları ve bunlardan yapılan filmlerin gelirleri, bugün adını taşıyan vakfını ve varislerini zengin etmeyi sürdürmekte, genç Batılıları da bu yörelere yönlendirmektedir. Bu gezide tanıştığı İngiliz arkeolog Max Mallowan ile de mutlu bir evlilik yapacaktır.

Günümüzde batılıların Troia ve Hititler üzerine yazdıkları romanlar, çeşitli kitaplar Batıda kapışılırken, her nedense Türk yazarlar, Anadolu’nun tarih öncesinden günümüze uzanan görkemli tarihsel gelişimini görmezden geliyorlar.

Batı yayınevlerinde boy gösteren değerli yazar Yaşar Kemal’in izinde gitmeyen genç yazarlarımız küresel yazın dünyasında her nedense boy gösteremiyorlar.

Buna karşılık Anadolu’nun tarihine dürbünün tersi ile bakan Orhan Pamuk’a Nobel Ödülünü getiren, davası yabancı basına yansımasıyla satış rekorları kıran Elif Şafak’ın tartışılan satırlarının küresel dünyada çok kolay yer bulmasını genç yazarlar yadırgamasınlar.

Yine de genç romancıların, öykücülerin, tiyatro yazarlarının, senaristlerin, ozanların İzmirli hemşehrileri Homeros’tan alacakları önemli dersler olduğuna inanıyoruz. Homeros bir âmâ olmasına karşın Troia’yı ve Anadolu’yu o gün de, bugün de dünyaya tanıtmasını çok iyi bildi. İzmirli hemşehrimiz Homeros, Anadolu’daki 20 bin höyükten yalnızca birini, üstelik en küçüğünü, ölümsüzlüğe taşıdı. Çünkü görmediği halde o Anadolu’yu tanıyordu, tarihini, öykülerini çok iyi biliyordu.

Biz Türkler, son dört yüzyılda; Anadolu’nun tarihini, kültürel mirasını Batılı yazarlardan, gezginlerden, arkeologlardan, onların kitaplarından öğrendik ve öğreniyoruz.

Artık, Batılıların kendi uygarlıklarının köklerinin gerçekte Anadolu’dan geldiğini öğrenmelerinin zamanı gelmedi mi?

Bu konuda genç Türk yazarlarına “Halikarnas Balıkçısı” Cevat Şakir, Azra Erhat, Selahattin Eyüpoğlu’nun açtıkları kapılardan yürümelerine ilişkin sorumluluk ve görev düşmüyor mu?

Türkiye’de genç yazarların konu bulmada, sıkıntı çekmelerini anlamak oldukça güç!

Anadolu’nun öteki 20 bin höyük, 3 bin antik kent, adları yazılı metinlerden bilenen İslamiyet öncesi 42 değişik uygarlık kendilerine halkla ilişkiler uzmanlığı yapacak, Anadolulu olmanın kendilerine yüklediği sorumluluk bilincini taşıyan yazarlarını bekliyor. Bunun da yolu, Türk yazarlarının küresel yazında yerlerini almalarından, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihini, kültürünü çok iyi bilmelerinden geçmiyor mu?

Galiba Türk yazınının dünyada küreselleşmesinin tılsımı Anadolu’yu, Batılılardan daha iyi, ama çok iyi tanımakta yatıyor!

*Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Özgen Acar’ın 6. Kaş Kitap Şenliği’ne

“Oryantalizmden Küreselleşmeye: Kültürel Mirasımız ve Edebiyatımız” başlıklı ana fikir çerçevesinde ilettiği sunumun tam metnidir. (13.11.2006)