Antalya'nın Konyaaltı ilçesinde Doyran Deresi üzerinde yapılması planlanan HES projesi için dün ÇED toplantısı vardı.

ÇED Yönetmeliği gereği yapılması zorunlu olan bu toplantılar, yatırımcı şirket ya da kuruluşların projeden etkilenecek bölgede yaşayan halkı bilgilendirmesini amaçlıyor. Bu nedenle bu toplantıların bir diğer adı da Halkın Katılımı ya da Halkı Bilgilendirme Toplantısı...

Şirketler yapacakları yatırımla ilgili ÇED süreci başladığında, çevre danışmanlık firmaları eliyle hazırlanan proje dosyalarında yer alan projeyle ilgili bilgileri, etki alanında bulunan vatandaşlarla paylaşıyor, onların görüş ve önerilerini alıyor ve yatırımın çevreye olan olumsuz etkilerini en aza indirilmesi hedefleniyor. Buraya kadar her şey normal ve olması gerektiği gibi...

Halki Bilgilendirme Toplantisi Halkin Bilgilendirme Toplantisina Donustu3

Ancak uygulamada pek öyle olmuyor. Yüzlerce sayfalık, kimi projelerde 1000 sayfadan daha hacimli Proje Tanıtım Dosyaları ve ÇED raporları bir başka ilde yapılan benzer başlıklı projelerden kopyalanıp yapıştırılıyor. Örneğin Antalya'daki bir projeye Erzurum'un jeoloji haritası konulabilirken, Isparta'daki bir projeye Ordu'daki dere eklenebiliyor. Bu örnekler o kadar çok ki, tam anlamıyla baştan savma bir ÇED süreci işletiliyor.

Saha çalışmasında köy kahvesinde pişti oynayan köylülerle selfie çekip proje dosyasına koyan 'uzmanlar' bile gördük. Arazide bir çalıya tutunarak biyolojik çeşitlilik incelemesi diye rapor yazanları da gördük. Projeden etkilenecek sahadaki canlı yaşamı için "kuşların kanadı var uçup başka yere gidebilirler, tavşanları hızlı koşacağı için yeni bir yaşam alanı bulabilirler" diye rapor hazırlayan akademisyenleri de gördük. "Bitkileri nakil yoluyla taşıyacağız, aynısından başka yerde de var" diyen yetkililer...

Kısacası Türkiye yönetmeliğin çıktığı 1993 yılından bu yana çok ÇED'ti!

Yıllar önce bir yazıma, 'Ne ÇED'tin be Türkiye!' diye başlık atmıştım.

Doğal yaşamı ve insanların yaşam alanlarını yıkıcı projelerin olumsuz etkilerinden korumak ve bu etkileri, tahribatı en aza indirmek amacıyla 1993'te çıkarılan ÇED Yönetmeliği, çevreyi yıkıcı projelerden koruyan değil, yıkıcı projelere yol haritası sunan bir araca dönüştü. Bakanlığın yayımladığı ÇED resmi ÇED istatistiklerinde de bu görülebilir. 2023 yılı sonuna kadar verilen ÇED kararlarına bakıldığında 1993'ten bu yana verilen toplam 86.306 ÇED kararının 77.434 adedi 'ÇED Gerekli Değildir' başlığını taşırken, yalnızca 77 projeye 'ÇED Olumsuz' kararı verilmiş. Bu süre içindeki ÇED Olumlu kararı sayısı 7437, ÇED Gereklidir kararı ise 1358 olarak kayda geçti. Ayrıntılar için bakınız: https://ced.csb.gov.tr/ced-istatistikleri-i-111186

Halki Bilgilendirme Toplantisi Halkin Bilgilendirme Toplantisina Donustu2

Tek başına bu resmi istatistikler bile Türkiye'deki ÇED kepazeliğini anlatmaya yetiyor. 30 yılda 86 binin üzerindeki projeden sadece 77'sine olumsuz görüş verilmiş. Bunlar da büyük olasılıkla saç baş yolduran ÇED raporlarının artık "bu kadar da olmaz" denilecek içerikte olması ya da proje için seçilen yerlerin hiç bir şekilde izah edilemeyecek yerler olmasıyla ilgili olabilir...

Dün Antalya'da Doyran Mahallesi'nde yapılan ÇED toplantısı, bir başka deyişle halkın katılımı toplantısı sırasında da hazırlanan proje dosyasını okuyup dersine çalışan halk, toplantı için gelen yetkililere tam bir yaşam dersi verdi.

Çevre danışmanlık firması ve ilgili bakanlık yetkililerinin proje hakkında halkı bilgilendirmek amacıyla geldiği Halkı Bilgilendirme (ÇED) Toplantısı, bir nevi 'Halkın Bilgilendirmesi Toplantısı'na dönüştü.

Doyran, Geyikbayırı ve çevre yerleşimlerde yaşayan üreticiler ve mahalle sakinlerinin yanı sıra Antalya'da sivil toplum örgütleri, platformlar, belediye başkanları ve siyasi partilerin temsilcilerinin de katıldığı ÇED toplantısında hararetli tartışmalar yaşandı. Özetle Antalya halkı kentin batısındaki görkemli dağların, su kaynaklarının, kurdun kuşun, ağacın ormanın hakkını savunmak için tek yürek oldu ve kararlılıkla 'HES'e hayır!' dedi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ÇED süreçleri konusundaki işleyişi yürütmekten sorumlu. Ancak genellikle bu tür projelerde halkla doğrudan muhatap olan ve tepkileri göğüsleyen yatırımcı şirketlerin anlaştığı çevre danışmanlık firmalarıyla bakanlığın taşra teşkilatı personeli oluyor. Oysa bu tepkileri göğüslemesi gereken, halkın yaşadığı sorunları görmesi gereken başka kurumlar da var. Enerji konusunda üretim lisansını veren EPDK ile madencilik konusunda ruhsatları veren MİGEM hiç bir zaman halkla bir araya gelmiyor. Enerji konusunda 49 yıllığına tahsis edilen nehirlerin, derelerin su kullanım hakkı anlaşmasını yapan DSİ de yeterince tartışılmıyor. Ayrıca bu projelerle ilgili ÇED süreci başlatıldığında konuyla ilgili görüşü alınan ve çoğunlukla "sakıncası yoktur" görüşü bildiren yaklaşık 15 kamu kurumu da muhatap görünmüyor.

Halki Bilgilendirme Toplantisi Halkin Bilgilendirme Toplantisina Donustu1

Bunun en önemli nedeni, Türkiye'de her konuda demokrasi ve yerel yönetimleri güçlendirme nutukları atılsa da iktidarın iki konuyu merkezi idarenin denetiminde tutmak istemesidir. Maden ruhsatları ve enerji üretim lisansları merkezi idarenin elindedir ve yereldeki halk da ilgili kurumlar da ancak lisanslar ve ruhsatlar verildikten sonra haberdar olmaktadır. Bir başka deyişle yıkıcı bir proje için lisans ya da ruhsat verildiğini en son öğrenen yerel halk ve oradaki kamu kurumları oluyor. İlin valisi, ilçenin kaymakamı bile her sorunda yerel halka "valla bizim de haberimiz yok, Ankara'dan halletmişler, yapabileceğimiz bir şey yok" diyebilirken, bu süreç tam bir kısır döngüye dönüşüyor, halkla kamu arasındaki güven duygusunu zedeliyor. En ağırı da bilgi kirliliğinin artmasına hizmet ediyor bu süreç. Bir proje uygulanacağı zaman en başta yapılması gereken arazinin niteliği ve halkın sosyo-ekonomik koşulları dikkate alınmadan "biz burada üretim lisansı aldık enerji üreteceğiz" ya da "biz burada maden ruhsatı aldık, maden çıkaracağız" diyerek yerelde halkı kışkırtan küstah söylemlerle yürütülen bu süreç toplamda kamunun da zararına yol açıyor. Halkın istemediği bir şeyi zorla dayatmak son 20 yıldır hiç bir şekilde toplumsal barışa hizmet etmedi, bundan sonra da etmeyecek.

Dün Doyran'da yaşanan ÇED toplantısı bir kez daha gösterdi ki, Türkiye acilen 30 yılda 30 kez değiştirilen ve yatırımcıların yol haritasına dönüştürülen ÇED yönetmeliğini iptal etmeli ve yerine çevreyi, insanı koruyan bir düzenleme ikame etmeli. Aşırı iklim olaylarının giderek tırmanışa geçtiği bir dönemde hala doğayla oyun oynar gibi sürdürülen bu düzenlemelerin yarattığı tahribatlar Türkiye'nin en avantajlı olduğu başlıkları en zayıf yanı haline getiriyor.

Doyran'da halkın çevre danışmanlık şirketi ve bakanlık yetkililerine yaptığı bilgilendirme, yerelin sigortası ve dinamiği olan insanların çevre duyarlığı konusunda kamu idaresinden daha bilinçli olduğunu ortaya koymuştur. Şimdi sıra ilgili kamu kurumlarında. Halka giderken aklınızı ve vicdanınızı da yanınıza almayı unutmayın...