Dağda duman olmazsa, düzde harman olmaz. Bu topraklarda tavşanın dağa küsme lüksü yok… Torosları oluşturan sıradağlar dizisinin iki yanı bugünlerde telaşlı bir hasat mevsimi yaşıyor. Sahillerde nar, yaylalarda elma zamanı. Türkiye’de üretilen her dört nardan biri Antalya’dan, her dört elmadan biri de Isparta’dan sofralara ulaşıyor. İklim koşullarına göre Ekim ortalarında başlayan hasat dönemi yaklaşık bir ay kadar sürüyor. Eskiler “çiftçinin karnını yarmışlar, içinden umut çıkmış” derler. Elmada da narda da fiyatlardaki dengesizlik, yüksek girdiler, iklim, piyasa ve ülkenin içini burkan ağır gündemin arasında sorunlar giderek katmerlense de her iki meyvenin de üreticisi umudunu eksik etmiyor.
İşte Türkiye’nin elma ve nar deposu olan Torosların iki yakasından yansıyanlar…
Dedegöl Ve Çevresi Gülgillerin Gen Merkezi
Dedegöl Dağı, 2998 metre rakımıyla Orta Torosların en yüksek zirvesi. Bir yanı Beyşehir Gölü’ne, bir yanı Akdeniz’e göz kırpan Dedegöl, bir başka adıyla Dedegül, Antalya düzlüğüne yaslanan Bozburun Dağı’nın da ana kolu. Kartoz, Tota ve Sarp dağlarıyla birlikte binlerce canlı ve bitki türünü barındıran bu bölgenin dağları, aynı zamanda su havzası olma özellikleriyle yangında ilk kurtarılacak coğrafi bölgeler arasında. Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Öğretim Üyesi Botanik Profesörü Hasan Özçelik, yıllardır Dedegöl ve çevresinde bilimsel araştırmalar yürütüyor. Özçelik ve ekibinin bulgularına göre Dedegöl ve Bozburun silsilesi, ‘gülgiller’ familyasının en önemli gen merkezlerinden biri. Bir bakıma dağdaki bu tür zenginliği, iklim koşulları, toprak ve suyla birleşince ovadaki üretim çeşitliliğin karakterini ve kalitesini de belirliyor. Prof. Dr. Hasan Özçelik, kendisiyle yaptığımız bir söyleşi sırasında, Isparta ve çevresindeki gül üretiminin yanısıra meyveciliğin verimliliğini ve niteliğini, Dedegöl ve çevresinin gülgiller açısında gen merkezi oluşuna bağlıyordu. Çünkü Türkiye’de üretilen meyvelerin yaklaşık yüzde 70’inin kökeni gülgiller familyasına dayanıyor.
Bu topraklarda tavşanın dağa küsme lüksü yok!
Hal böyle olunca, “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış” özdeyişini de yürürlükten kaldırmamız gerekenler arasına koymamızda bir sakınca yok. Çünkü tavşanın dağa küsme, ona sırtını dönme şansı yok! Zira son yıllarda sırtımızı döndüğümüz, dilim dilim kesip canını yaktığımız, taşını toprağını, suyunu ağacını fütursuzca sattığımız, dağlarımız aslında üzerinde yaşadığımız toprağın anası, babası, geçmişi, geleceği. “Canım, dağın başında olup bitenlerin yüzlerce kilometre uzaktaki yaşadığım yere ne zararı olacak ki” diyenler bir daha düşünmeli. Çünkü Dedegöl’ün zirvesine düşen karın, Serik ovasındaki narın, Yılanlı ovasındaki buğdayın, Eğirdir’de, Gelendost’taki elmanın canına can kattığını anlamadan dağların kıymeti bilinmez. Bozburun’un bakıra çalan tepelerine düşen yağmurun Gebizli Yörüklerin keçilerinin sütü, Aksu ovasının zeytininin yağı olduğunu anlamadan dağların kıymeti bilinmez…
Narın Ve Elmanın Coğrafyasında Hasat Zamanı
Sırtımızı yasladığımız dağların bu cömertliği ile farkında olmadan ona sırtını yaslayanların hoyratlığı, vurdumduymazlığı arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünmeden edemediğimiz bir hasat dönemini daha karşıladık bölgede. Yılın bu zamanı sonbaharın sarıdan turuncuya, kızıldan kahverengine oynaşıp duran renkleri arasında koca koca narlar, sulu sulu kütür kütür elmalar arasında dolanıyoruz. Antalya’nın ovaları nar hasadı yapan üreticilerle dolu. Dertleri çok ama dediğim gibi en iyi bildiği iş üretmek olan Anadolu çiftçisinin sabrı dünyanın hiç bir yerinde rastlanılır türden değil. Finike-Elmalı karayolunun iki yanına yayılan Arikandos Vadisi, bölgenin en önemli nar üretim merkezlerinden biri. Dik yamaçlarda üretilen narın ünü yurt dışına kadar ulaşmış. Yalnız, Arif ve Gökbük gibi köyler yıllardır nar üretiminden iyi gelirler elde etmişler ancak son yıllarda üretim girdilerindeki artış, istikrarsız fiyat politikası ve aracı kıskacına son yıllarda bir de bölgenin doğasını, tarımını yok eden yıkım politikaları eklenince umutlar da giderek tükenmeye yüz tutmuş. Vadinin bir yanında vahşi madencilik hüküm sürerken tam ortasında ise DSİ eliyle yamaçlar ve ormanlar adeta kazınarak kocaman bir baraj inşa ediliyor. Amaç ise neredeyse sulak alan niteliğindeki Finike Ovası’nın sulanmasıymış(!).
Side’ye Adını Veren Meyve Bugün Köylülerin Buluşma Nedeni
Antalya’nın doğusu ise aslında narın anayurdu diyebileceğimiz bir bölge. Ünlü Side antik kenti adını nardan alıyor. Kutsal olarak Kabul edilen meyvelerin başında gelen narın bölgedeki geçmişi bir hayli eski bu yüzden. Aksu, Serik, Manavgat ve Alanya’ya uzanan hat boyunca hemen her ilçede nar üretimi yapılıyor. Ancak Aksu ve Serik çevresi bu konuda bir adım önde. Narın bölgenin kimi köylerindeki anlamı ise daha derin. Manavgat’ın Değirmenözü köylüleri, incirle birlikte geçmişte atalarının yetiştirdiği en önemli meyve olan, geçmişlerini borçlu oldukları narın etrafında buluşuyorlar bugün. Narın çocukları, köylerinde iki yıldır süren baraj inşasının yarattığı yıkıma karşı nara sarılıyor yeniden. Nar hasadı zamanı, bir zamanlar iş ve ekmek umuduyla tespih taneleri gibi dağılarak doğdukları topraklardan uzaklaşan Değirmenözü gençlerinin kökleriyle yeniden buluştukları bir etkinlik haline geliyor.
Elma, Nar, İncir, Üzüm: Varolmanın Bir Başka Adı Olan Meyveler
Tarihin yargısı böyledir. Geç de olsa hükmünü güçlü bir şekilde veriyor işte tarih baba. Elma, nar, incir, üzüm, zeytin, fındık; yalnızca tabaktaki bir meyve değil, bir sürekliliğin, emeğin, kültürün, türkünün, masalın, kısacası varolmanın bir başka adı…
Türkiye’nin Elma Bahçesi Boğazova Vahşi Madenciliğin Baskısında
Bu topraklarda nar da, nar öyküleri de bitmez elbette. Bunları anlatmayı bir başka buluşmaya bırakalım. Eğirdir’in yolunu tutalım. Torosların koynundaki bu nazlı güzeli ziyaret edelim. Her gördüğümde içimi burkan, yüzüne bakmaya doyamadığınız güzelliğin üzerine kezzap dökülmüş duyusu yaratan vahşet manzaraları arasında Boğazova’ya uzanalım. Türkiye’nin elma bahçesi işte tam da burası. Kovada ile Eğirdir gölleri arasında uzanan, iki yanı meşe ve ardıç ormanlarıyla kaplı bir yeryüzü cenneti. Ancak son on yıldır bu cennetin canına okuyorlar. Hoyratlık burada da kendini göstermeyi ihmal etmemiş. Boğazovanın iki yanı vahşi madenciliğin en ağır baskısıyla karşı karşıya. Köylüler, şikayetçi, ama çaresiz. Yetkililer, sessiz. Boğazova gibi bir meyve üretim merkezi İtalya ya da İspanya'da olsa giriş için resmi izin gerekli olabilirdi. Etfarını çitle çevirip koruma altına almamız gereken böylesi üretim merkezlerini hoyratlığın kucağına terk edip, sonra da bu tecavüzün seyircisi olduğumuz için hesap sormayı çocuklarımıza bırakmamalıyız. Çünkü bu gidişle bu cennet toprakların semeresini çocuklarımız göremeyecekler…
Zirveye Doğru, Mis Kokulu, Çıtır Elmaların Peşinde…
Bu ağır manzaraya karşın halen direnen Boğazova’nın iki yanındaki yamaçlara ve düzlüklere kurulu köylerde Türkiye’ye örnek bir elmacılık yapılıyor. Örgütlü, kooperatifleşmiş, yüksek kalitesiyle pazarını bulmuş, Türkiye’nin elma ihracatında aranan markası olmuş Eğirdir elması. Gölün doğusunda yer alan Gelendost ovası da bölgedeki elma üretiminin büyük bölümünü karşılıyor. Kuzey doğuya doğru yükseldikçe ise daha sert ve çıtır elmalar size bekliyor. Aksu ve köyleri de iklim yapısıyla yüksek aromalı elmalar yetiştiriyor. Dedegöl’ün zirvelerine doğru yaklaştıkça, giderek çıldıran elmalar yemek de olası. Eğer siz de benişm gibi elmayı koklayarak yiyenlerdenseniz, Eğirdir’den çıkıp Yenişarbademli’ye uzanan yola düşmelisiniz. Yolda rakım bin metreyi aşınca gördüğünüğünüz ilk elma bahçesine çekin aracınızı. Hasat zamanı elma toplayan üreticilerden dilediğiniz kadar elma alıp koklaya koklaya yiyin!
Türkiye kutsal meyvelerine yabancılaşmış!
“Peki Türkiye’nin elma ve nar bahçesi olan bu bölgedeki üreticilerin ortak sorunları nedir?” diye soracak olursanız, bunun yanıtını da ülkenin en önemli üretici örgütü olan Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’dan dinleyelim. Bayraktar’ın verdiği bilgilere göre Türkiye’nin nar üretimi 2010 yılından bu yana iki kat artmış. 2010’da 208 bin ton olan nar üretimi, 2014’te 397 bin tonu geçmiş. Bu yılki üretimde de yüzde 7,5’luk bir artışla nar hasadının 427 bin tonu geçmesi bekleniyor. Ancak üretimdeki bu artış tüketime yansıtılamıyor. Bir çok üründe olduğu gibi narda da kişi başına tüketim oldukça düşük. Örneğin 2013 yılında Türkiye’de kişi başına düşen nar tüketimi sadece 2,7 kilogram. Bu, bir yılda kişi başına sadece 6-7 adet nar tükettiğimiz anlamına geliyor. Gerçekten çok yazık değil mi? Sağlık ve besin değeri açısından adeta ilaç niteliğinde olan nar bu toprakların en kutsal meyvelerinden biriyken ona ne kadar da yabancılaşmışız.
Narın Başkenti Antalya
Halkımız yeterince nar tüketmese de, yabancılar bu seçkin meyvenin kıymetini iyi biliyorlar. Bu da Türkiye’nin nar ihracatına olumlu biçimde yansıyor. TZOB Genel Başkanı Bayraktar’ın verdiği bilgiye göre 2009’da 9,4 milyon dolarlık nar ihraç eden Türkiye, 2014’de bu oranı on kattan fazla arttırarak 108 milyon dolara çıkarmış. Bayraktar, nar ihracatındaki bu olumlu tablonun desteklenmesi gerektiğinin altını çizerek, nar üreticisinin piyasada oluşan fiyatın maliyetin üstüne çekilmesini beklediğini dile getiriyor. Türkiye’de 56 ilde nar üretimi yapıldığını anlatan Bayraktar, üretimin yüzde 27,4’ünün Antalya’da gerçekleştirildiğini söylüyor. Antalya’yı Adana, Mersin, Denizli, Hatay, Gaziantep ve Aydın gibi iller izliyor. Buradan da anlaşılacağına göre nar Akdeniz ve Ege’nin iklimini ve toprağını daha çok seviyor.
Elmada Dünya Üçüncüsüyüz
Bölgenin bir diğer yıldızı olan elmada ise ihracat yetersizliği ön planda. Elma üretimine ilişkin de bilgiler veren TZOB Başkanı Bayraktar, Çin ve ABD’nin ardından üçüncü sırada olduğumuz elma üretimi için ülkemizin iklim ve toprak şartları çok uygun olduğunu belirtiyor. Rusya’nın her yıl ithal ettiği 1,2 milyon ton elmayı Polonya, Moldova, Sırbistan ya da Çin yerine Türkiye’den alabileceğini dile getiren Bayraktar, “Türkiye, ihtiyacı olandan çok daha fazla üretebilecek potansiyele sahip olduğu elmada, talepten kaynaklanan sorunu ancak daha fazla ihracat çözebilir. Elmada modern yetiştirme teknikleri ve iyi tarım uygulamaları yaygınlaştırmalı, ürünün kalitesini uzun süre devam ettirebilmesi için dinamik atmosfer kontrollü depolar kurulmalı ve maliyetler düşürülmelidir. Hasadın yeni başladığı şu günlerde elma kilogram fiyatları dalında bodur cinslerde 1 lira ile 1 lira 20 kuruş, diğer cinslerde 70 kuruş ile 90 kuruş arasında değişiyor ” görüşünü dile getiriyor.
Elmanın Başkenti İse Isparta
Elma üretiminde yüzde 23’lük oranla Isparta’nın ilk sırayı aldığının altını çizen Bayraktar, bu ili Karaman, Antalya, Denizli, Niğde ve Çanakkale’nin izlediği bilgisini veriyor. Elmadaki tüketim oranımız ise nara göre çok daha iyi durumda. Kolay taşınabilir ve yenilebilir formda olmasının katkısı nedir bilinmez ama Türkiye’deki kişi başına elma tüketimi yılda 27 kilogram civarında. Yetmez ama, nardan daha iyidir demek durumundayız. Ürettiğimiz elmanın her yıl yaklaşık 470 bin tonluk kısmını ise ihraç ediyoruz. Son yıllarda işlenmiş elma ürünlerinde de Isparta çevresinde güzel gelişmeler yaşanıyor. Isparta’da üretilen ve çıtırlığı ve yüksek aromasıyla bir hayli lezzetli olan elma cipsinin yaygınlaştırılarak çocuklarımızın sağlığını tehdit eden ‘cips belası’ndan kurtulmak için çok iyi bir yol olabileceğini düşünüyor insan. Elma cipsinin üretimi de tüketimi de yaygınlaştırılmalı.
Al Elmayı Ver Narı Şeklinde Sürüp Giden Hayatların Coğrafyası
Bir zamanlar bölge insanının yayla sahil arasında “al elmayı ver narı” şeklinde sürüp giden takas ekonomisi yoluyla gündelik hayatın çarklarını çevirdiğini anımsatarak, “günde en az iki elma yemeli insan” diyen Köprüçaylı bilge ihtiyarları da anmış olalım, nara ve incire gazel yazan ozanların coğrafyasında. Sahip olduğu coğrafi avantajların yarattığı biyolojik zenginlik sayesinde binlerce yıldır namerde muhtaç olmayan, türkü söyler gibi üretip, ibadet eder gibi bölüşerek yaşamı çoğaltan Anadolu çiftçisini de unutmadan…