Yomut Türkmenleri, geleneksel el dokumacılığının en güçlü temsilcileri arasında sayılır. Hazar Denizi'nin güneyinde ve güneydoğu kesiminde Türkmenistan-İran sınırında yoğun olarak yaşayan Yomut'ların Oğuzların 24 boyundan biri olan Salur Boyu'ndan geldiği belirtilir. 
Bu paylaşımdaki fotoğraflar, İran'ın Gülistan Eyaleti'nde yer alan Türkmen yerleşimleri olan Akkale ve Kümbeti Kabus kentlerinden. Dokuma ve tekstil konusunda Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar süren araştırmalar yapan ABD'li Antropolog ve sanatçı Anthony Norman Landreau'nun İran'daki Humeyni rejimi öncesinde Akkale'de ve Kümbeti Kabus'ta 1974 yılında çektiği fotoğraflar, halı pazarlarını, sokaktaki gündelik yaşamın akışını ve daha kırsalda yer alan Yomut çadırlarını, yün eğiren kadınları yansıtıyor. 
Aslında bu bölgede Yomutlar dışında Teke ve Göklen gibi topluluklar da yaşıyor. Türkiye'de Antalya, Isparta ve Burdur gibi ilerde varlığını sürdüren ve bölgeye adını veren Teke Türkmenlerinin akrabası olan bu toplulukları daha önce yaşadıkları bölgelerde ziyaret etme fırsatı bulmuştum. Türkmen Sahra olarak anılan bölgede yaşayan bu toplulukların gündelik yaşamı, gelenekleri, üretim ilişkileri ve sosyal yaşamları birçok yanıyla Anadolu coğrafyasındaki Yörük-Türkmen boylarıyla benzerlik taşıyor. Ancak ayrıştıkları yanlar da var. 

Kültür, Medeniyetten Önce Gelir (1)


Bu fotoğraflardaki görünümler, 1980'li yıllara kadar Türkiye'nin hemen hemen birçok bölgesinde de benzer şekilde görülebilirdi. Bir başka deyişle Türkiye küresel ekonomik sistemin pazarları arasında sokulmadan önceki dönemde çarşı-pazar büyük ölçüde "kültür" ürünü olan malların dolaşımda olduğu yerlerdi. Isparta, Niğde, Afyon, Uşak, Manisa, Konya ve ilçeleri, Burdur, hatta Iğdır... Kılık kıyafetten gündelik yaşamın akışına benzer renkler, benzer tavırlar görülebilirdi. 
Açık halı pazarları, sokaklarda, kapı önlerinde, duvarlarda serili halılar, katlanmış, rulo yapılarak yan yana dizilmiş halılar Türkiye'nin çoğu kendinde de gündelik yaşamın bir parçası olarak gözünüze ilişirdi. İran'da İslami rejim, Türkiye'de ise "Türk-İslam sentezcisi" 12 Eylül rejimi bu üretim ve yaşam kültürünü ezerek tektipleştirmeye soyundu. 
Büyük ölçüde başarılı da oldular. En ağırı da geleneksel üretimin yerini küresel pazarın ürettiği kimi teknolojik, kimi de plastik çöplüğü olan ürünlerin alması. Kübneti Kabus'ta konuştuğumuz insanların cep telefonu ya da fotoğraf makinesinin Türkiye'de ucuz olup olmadığını sorması tipik bir örnek. 
Ancak yine de her iki ülkede de bu köklü kültür kendisini tamamen yok etmeye odaklı "medeniyet" iddiasına karşı direniyor. Çünkü kültür, medeniyetten daha önce vardı, büyük ölçüde medeniyetler sarsıldıkça gündelik yaşamın çarkını çevirmeye devam edecek olan da yine kültürel akışın kendisi olacak. 
İran Türkmen Sahrası'ndaki Türkmenler Sünni inanca sahipler ve Şii rejimde birçok sorunlar yaşıyorlar. Kümbeti Kabus kentinde "gızgın çörek" yiyip çay içerek konuştuğumuz Türkmenler, Humeyni geldikten sonra birçok varsıl Türkmen'in mallarına el konulduğunu anlatıyorlardı. 
Dillere destan Türkmen halılarının yanında keçe de bu kültürün vazgeçilmezi. Koyun ve at bu kültürün vazgeçilmezi. Bu bölgede de varlığını sürdüren Teke Türkmenlerinin yetiştirdiği ünlü "Ahal Teke" atları, dünyanın en gösterişli ve güçlü atları arasında.  

Kültür, Medeniyetten Önce Gelir (2)


Teke'ler, Yomut'lar, Salur boyu ailesinin Asya'yı şenlendiren çocukları.  Ata, koyuna, keçiye ve dağlara, gökyüzüne, halıların üzerine işledikleri o allı-morlu çiçeklere vurgunlar.
Yörük-Türkmen coğrafyalarının üretim araçlarından yoksun bırakılarak üretimlerinin ellerinden alınması tıpkı suyu kesilmiş bir değirmen gibi önce çarkların durmasına, sonra da tamamen binlerce yıllık üretimin bitmesine neden oldu.

Kültür, Medeniyetten Önce Gelir (3)

Türkiye ya da İran fark etmiyor. Tek tip medeniyet iddiası, üretimin yöntemini küçük ve 'geri' olarak değerlendiren anlayış yüzünden son 50 yılda ellerimizin arasından kayıp gitti. Yakın zamana kadar gündelik yaşamın ta kendisi olan bu üretim kültürü, son yıllarda yalnızca turistik bir nesne, yaşam biçimi ise nostaljik bir anma oldu. Bakanından milletvekiline, belediye başkanından dernek başkanına herkesin boynuna bağladığı keyfiye ve yağlık bir simge olarak bu nostaljinin gündelik siyasetin rüzgarında alaka kurma, bağ kurma ağacı olarak varlığını sürdürüyor. Oysa bağın kendisi, yani üretim, kültürel akış gerçeklikten koptukça onun yerini simgesi alıyor. 
Coğrafyanın üretimi, üretimin kültürü, kültürün yaşam biçimlerini belirlediği akışın içinde kurulan bağların tuz-buz olması en büyük kayıplarımızdan biri. Değişim elbette kaçınılmaz, dönüşüm yaşamın gerçeği ama değişim binlerce yıldır vardı ve her dönemde dönüşümler yaşandı. Ancak bu başı sürdürecek yeni yollar, yeni araçlar bulundu. Bugünün en büyük açmazı, bu bağı yalnızca simgeler üzerinden kurma çabası. 
Oysa su varken teyemmüm edilmez...