Bayramdan on gün önce Karaman’a gelmiştim. Yalnızdım. Eski günleri düşünecek bol zamanım vardı. Şimdiki bayramlarla bizim zamanımızın bayramları hiç de birbirine benzemiyordu. Şimdi insanlar bir yerlere kaçmanın telaşı içindeydiler. Ben gurbet elde yaşarken, ne yapar ne eder Karaman’a gelirdim. Ulaşım kara trenle olurdu. İskele (o zaman öyle derdik) indiğimizde isle kararmış olurduk. Lastik tekerli at arabasına biner, ayaklarımızı yan tahtalardan sarkıtıp, çevreyi yeni görüyormuşuzcasına, oburca seyrederdik. Paramız olmayıp, gelemediğimiz zaman, yurt odasının penceresini açar “bayram gelmiş neyime/anam anam garibim” türküsünü caddeye doğru söylerdik. Yalnız kalmanın sevdiklerine gidememenin acısı otururdu yüreğimize.
Neydi beni bu kadar ana yurduma çeken? Başta sevgi açlığımdı. Bir de bayram sabahının hiç unutmadığım kokusu. Ataerkil ailede bayram evde karşılandı. Dini bayramların albenisini tatmak için o günleri yaşamak gerek. Bayram yaklaştığında, tüm evler, tepeden tırnağa temizlendi. Duvarlar cilalanırdı. Bir gün öncesi ocaklarda bayram yemekleri hazırlanırdı. En sevdiğim yemek yalnızca bayramlarda pişerdi. Nedeni bamyanın pahalı oluşuydu. Bir de Kaddayıf vardır, salt bayramlara özdü.
Ergenlikte bayram namazına gitme sorun olurdu. Annem yanıma gelir dürtüklemeye başlardı. Tatlı uykudan kalkmak kolay mı? Abdest alıp caminin yolunu tutardım. Sabah namazı da ne uzundu. İmam okudukça okurdu. Neyse namaz kılınır, biz de evinin yolunu tutardık. Kardeşim Ziya, nedense hiç sesini çıkarmaz camiye giderdi. Biz helal olsun derdik. Kazın ayağı öyle değilmiş. Şarap Ali (Aysan), Köse (Mümin Erdeğer) ve Ziya bir kahveye gidip, oturup, namazdan çıkanlarla eve dönerlermiş.
Tüm aile toplanınca erkeklere ayrı, kadınlara ayrı sofra kurulurdu. Yemekler yenir, el ağız yıkandıktan sonra sıra bayramlaşmaya gelirdi. İşte en sevdiğim zaman. Yaş sırasına girer babamın elini Öperdik. O da bize bayram harçlığını verince, arkamıza bakmadan Odunpazarı’nın (buğday pazarı) yolunu tutardık. Mahalle arkadaşlarımın en büyük zevki, aşçı dükkanına gidip, pirinç pilavı
üstüne az kuru fasülye yemekti. Bu alışkanlıklar hiç değişmedi. Salıngaç (sallangaç) beşik derken, paralar bir anda buharlaşırdi. Karnımız acıkmış, sevincimiz pörsümüş eve dönerdik. Bir bayram dönüşünde, kamışlı bahçe yolunda bir boğanın ineğe aşmasına rastlamıştık. Boğanın saldırganlığında duvarın üstüne çıkıp “manzarayı” izlemiştik. Cinsel deneyimin “renkli, 36 kısım tekmili” gözlerimizin önündeydi.
Bunları yazarken tekne oruçlarını anımsadım. Ramazan yaz ayına rastladığında, susuzluk imanımı gevretirdi. Annem oğlum oruç tutma daha küçüksün dese de büyüklere özenli, sahura kalkardım. Yemeği ve yanında zeytini yiyip uyuduğumda, düşümde gürül gürül akan çeşme ülüğüne ağzımın dayar, kana kana su içer, gene kanmazdım. Öğle olduğunda susuzluk çekilmez olurdu. Perişan oğlunun durumunu gören annem imdadıma yetişirdi. Bir parça bakır bardak su doldurur, beni ahıra götürürdü. Ahır karanlıktı. İç oğlum seni kimse görmez, günah olmaz derdi ve suyu içirirdi. Böylece bizim oruç bozulmamış olurdu. Babam tütün tiryakisidi. İftardan yarım saat önce eve gelirdi. Tabakasından ayıngayı (kaçak tütün) çıkarıp, başlarda tütün sarıp, istiflemeye. Siniri tepesinde olurdu o zaman. Ben tütünün kokusu orucunu bozar deyince, kızar, yanından kovardı. Sokağa çıkıp top atılıp atılmadı mı öğrenmekte görevimizdi.
Bir Ramazan akşamının acısını hâlâ yaşarım. Kıştı. Babam yoksul. Sanırım üç portakal getirmişti. Üleşecektik. Ben ailenin şımarık çocuğuyum. Bir portakalı kaptım. Oysa beş kişiydik. Babam portakalı benden aldı, üleştirdi. Ben küstüm. Top patladı, sofraya oturuldu. Ben suyla orucumu bozdum, yemek yemedim. Yalvardılar, günah dediler olmadı. Sahura kalktım, gene yemek yemedim. Bu üç gün sürdü. Açlık grevi yapıyormuşum. Ben nereden bileyim. Babamın çektiği acıyı ve üzüntüyü hiç unutmam. Bana döktüğü dillerin, haddi hesabı yoktu. Eee ne de olsa babamın oğluydum. Kürt inadım tutmuştu bir kez. Neyse, sonra barıştık. Bana yaptığımın yanlış olduğunu, benim günahın da kendisine yazıldığını ders olarak anlatmıştı.
Şimdiki bayramlar o günlere benzemiyor. Komşular arasındaki dayanışma, görüşme hiç yok. Hele hele büyük kentlerde, değil görüşme, ölsen bile kapını açan olmaz. Kredi kartına dayanan kaçıyor, eski bayram günlerinden. Aile bütünlüğü, sevgi alışverişi çoktan yoklara karışmış. Eskinin insanlarının sevecenliği, dayanışması, buluşmasının tadını arıyorum. Yaşar Kemal demişleyin o iyi insanlar o güzel atlara binip gitmişler. Bize kalansa anılar.