Mayıs ayı gevşek bir yaşam ayı idi benim için. Ama bu yıl düşlere dalmama da neden oluyordu. Birinci ve ikinci karneler aman aman iyi olmasa da haziranda ortaokul diplomama kavuşup İstanbul’a yatılı okuma düşleri kuruyordum. İftiharlık takdirlik teşekkürlük karnelerim olmasa da beş ve üzeriyle yetinirdim. Resim zayıf olsa da bitirmede engel olacağına pek olasılık vermiyordum. Hoş yeni gelen resim öğretmeninin lisede beş on kişinin belge almalarına neden olan bir ödünsüz tavrı olduğunu abartarak anlatıyorlardı. Bu tavrını seçmeli ders olmadığı için ortaokul bitirmede de olmayacağını düşünüyor kara bulutları dağıtmaya çalışıyordum. Soyadı Tatarların prensesi anlamına geldiğini anlatan biri seçmeli ders olmayan bir ders için mezun olmama engel olacak kadar katı bir uygulama yapmaz diye yeteneksizliğimi geliştiremeyeceğime göre umut aşılamaktaydım. Ama kendime verdiğim umut yeterli olmadı. Diplomayı alamadım. Resimden ikmale kaldım. Günlerin gölgesi düştü. Uzun olan günler iyice uzadı. Tomurcuğun şeklini rengini biliyorum rengini tutturuyorum. Gazelin rengini biliyor tutturuyorum, şeklini tutturamıyorum. Lise İstanbul hayalim tuzla buz oldu. Resimden beklemeye kaldım. Okul yok. Yemeden içmeden geçtim. Öfke hırçınlık sardı tepemden ayağıma. Sarsarak değil kolumdan asılarak balkona sürüklendim. Gökyüzü rüzgarın alevi helezon şeklinde yükselttiği kızıllığa bürünüyordu. Koş dükkanımız yanıyormuş Koşmuyorum. Rüzgârı yarıyorum sanki. Ben koşuyorum o beni geri itiyor. Parkın oradan olmadı Kız sanatın sokağından dükkânın önündeyim. Aman ne kalabalık. Emniyet amiri sert bir ifade ile çabuk arabayı getirin ve öyle çıkarın diye buyruk verdi. Ve geldiğim hızla eve doğru rüzgârla savaşarak traktöre römorku takıp belediye ile kız sanatın arasındaki sokaktan geçerek dükkanın önüne römork gelecek şekilde traktör çalışır şekilde indim. Sanki tüm ağabeylerim yeğenlerim bir araya gelmiş. On onbeş yaşından büyüklerin hepsi telaşla eline geçeni römorka yüklüyor telaş panlk içinde bodrumdan ispirto varili, zeytin ve ayçicek varili ve kükürt çuvallarını çıkarmak için açılan bodruma yeğenlerimden birinin düşmesi heyecan ve kaygımızı iyice arttırdı. Malları bırakıp çizik ve eziklerle korkudan acıyla hareketsiz duruma gelmiş yeğenimi ağabeylerimden biri dalına alıp çıkardı. Birçoğu olan bitenin ayrımında olmadan taşıma işini korku ve heyecanla sürdürüyordu. Bir an önce dükkan boşaltılmalı bunun herkes bilincindeydi. Çünkü koskoca Kumpanya, onlarca yıldır çok farklı malzeme satışıyla bilinirdi. Yangının caminin minaresini köşedeki Aladağlı Hüseyin Ağanın dükkanın damına düştü. Aramızda terzi İsmail Şentürk Amcanın dükkanı kaldı. Bizim Kumpanyaya sıçrarsa; yangını arttıracak patlamalara neden olacak bodrumda çelik galvenizli bir bidon isporto, bir bidon zeyetinyağı, bir bidon ayçiçeği yağı, bir bidon makine yağı, dumansız av barutu, bir ve ikinci nevi kara barut, dolu av fişekleri, dolma ve kırma kapsülleri ve birkaç çuval kükürt vardı ki, hem yangını arttırır ve patlamalara neden olan bu malzemeleri bir anönce uzaklaştırmamız gerekti. Sigara şeker, makarna sonraki işti. Ama bir o kadar da yapılacak işin ayrımında olan kişi sayısı da çoktu. Rüzgarın esişine göre alevi yüzümüzde hissederek boşaltma işini sürdürüyorduk. Nasıl oldu öyle hızlı iteklediler ki, yüz yüz elli yıllık iki yüz elli üç yüz kilogramlık Karaman Milli Bankasından kalma para kasası ile römork arasında kalmaktan ağabeylerimin birinin itmesiyle yüzün kuyu düşmemle kurtuldum.

Daracık sokaktan mal canın yongası telaşında heyecandan normal davranışlarını yitirmiş kalabalıktan çıkmak zor oldu. Üzerine traktör geldiğinin farkına varamıyordu insanlar. Rüzgarla gelen alevinin sıcaklığından sersemsemece hareket ediyorlardı. Ayağım debrajda traktöre anvele yaptırıp yol alabiliyordum. Parkın önüne çıkınca iki ağabeyim kolkola girip traktörün önünde kalabalığı itip yol açmasıyla ilerleyebiliyordum. (Bugün gözümün önüne geliyor da o, kuru direksiyonlu traktörü römorkuyla o daracıktan sokaktan dükkanın önüne nasıl katmışım, kendime bravo.

Yangının çıktığı yerdeki terzi, kalfa, çırakları kapının önünde kömürün kor haline gelmesi beklemesinin çıkacak karbon monoksitten de korunmak için de olduğunun ayrımında olduğunu sanmıyorum. Elektrikli ütüyü yeni yeni kullanma/öğrenme durumunda olduğunu sanıyor. Kalfa veya çırağı elektrik üzerine bilgilendirildiğini sanmıyorum. Karaman’da ticaretin kalbinin attığı yer olan (bir klişe de ben kullanayım) yüz yirmi yüz otuz kadar işyeri yandı. Ama karamanın gelişim, görgü bilgi artışı kısa sürede bilgi ve sermaye artışına neden oldu. Gittikleri yerlerde çok kar gördüler. Ama damın karını kürüme gibi bir olayın olmadığını hayretle gördüler. Gelince Karaman’da çinko damlı evler yaptırdılar. Hasretler, sevinçler görece yoksulluklardan kurtuldular. Elektrik sigortası öyle birkaç tane olmazdı tekti. Elektrik saatinin altında pelit gibi ucu biraz ince metalle kaplı dip kısmı biraz oyuk makara ipliği kalınlığında bir telcikle porselen fincana iki üç çevirme ile şehir hattıyla bağlantı sağlanırdı. (tel koparsa tabanına yüz para koyardık (delikli kuruş). Öyle mutfağın sigortası, misafir odasının, oturma odasının sigortası gibi ayrıntının varlığından haberi yoktu insanımızın. Görgümüz bilgimiz bu kadardı. Tek cümle “elektrikle şaka olmaz”!Traktörü garaja katmadan römörkü çözmeden, sundurmanın altına katıp,kıvrak adımla yangın yerine döndüm. Yangın azalmadan öte yeğinleşmiş.

Eski attarlar sokak ile manifaturacılar arasında parka doğru yangının değmediği dükkan kalmadığı gibi Hacı Hikmetlerin bölüme sıçramış.Kumpanyanın batısında bulunan Tanrıöverlerin o adaya sıçramış

İki katlı yüksek bir bina olması ve kuvvetli esen rüzgarı etkisiyle ateş parçaları sağa-sola uzaklara bitişiğinden uzaklara yangını artırıyordu.Ferit özer eniştenin dükkan ıda yanıcı,parlayıcı malzemelerle

Dolu idi. Onlara katkım olabilir düşüncesiyle ilerlemeye çalışıyordum. Sanki karamanda evinde oturan erkek kalmamış öyle kalabalık ki, parkın çevresi,ziraat bankasının çevresi ekin tarlasında başağın esintide dalgalandığı gibi sık ve sallanan insanlar birbirinin üstünde çaresiz-üzüntü ile sallanıyordu. Sokak başlarında ikişer üçer bekçi ve asker girişi engellemeye insanları yangından uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Yangından kucaklarında malzemelerle dolu çıkanlara yol açmaya çalışıyordu kumpanyanın deposunun oradan Ferit Özer eniştenin dükkânın ulaştım. Gördüm ki onların şoförü Durmuş Öz kucağında malzeme ile çıkıyor onları taşıyor. Onlarında bizim traktörün gazla çalışanı vardır. Demek ki taşımışlar diye düşünerek az ilerde iplikçi çopur Salli’nin (Dayım olur) dükkanına yöneldim dayım ve Rüştü ağabeyim dükkanı boşaltmaya çalışıyorlardı bir çuvalda ben aldım (‘’Boş durmayıp çuval ağzı aç’’) deyimi aklıma geldi Bu felaket anında mahalle arasında birbirimize.. ifade eden deyim aklıma gelmesin! İnsanlar çuvallar içine doldurdukları malları veya kucaklarındakini ziraat bankasının bahçesine diğer tarafta cumhuriyet parkının içine bırakırken bir takım insanlar dallarına vurdukları çuval veya kucaklarına doldurdukları kumaşlarla ara sokaklardan nereye kime gittikleri belli olmayan alakaranlık sokaklarda kaybolup gidiyordu. Yangın yerinden uzaklaşınca yardım duygusu haksız kazanç hırsına kapılıp gidiyordu sanırım… Yanacaktı ben kurtarmasam… Yangının azalmayıp giderek artması bitişik ve ahşap dükkanlar olması rüzgarların alevleri adeta tutuşturmayı artırması yurttaşların yangın sürdüğü manifaturacılar ve külahçılar sokağı engellemeler için ziraat bankasının her iki sokağa girişi engellemek için asker ve bekçiler görevlendirdiği yarar mı? Zarar mı? Tartışılmaya başlandı. Dükkân sahipleri henüz alev almayan işyerlerini boşaltmak için sokağa girmek için uğraşırken asker aldığı emir yurttaşın dağılan yangından zarar görmemesi için uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bekçiler o yıllarda herkes birbirini az çok tanıdığı için göreceli iş yeri sahiplerini ve dükkânlarını bildiği için geçişe izin veriyor. Bu tavırla morali zaten yok olmuş kişileri asabi tavırlar almasına neden oluyordu. Askerlerle yurttaş arasında sert itişip kakılmalara neden oluyordu. En hafif tanımlamayla çok büyük kesmekeşlik sürüyordu. Moral ve fizik olarak da çok bitkinleştim. O arada mahalle muhtarımız yaşlı amca ile o şabaniye camiine girdi.Ben evin yolunu tuttum. Eve girince

elbiselerimden is kokusu yayıldı. Yüzüm gözüm kararmış is yüzüme sıvanmış. Duşta alsan olay değil felaket. Cumhuriyet Parkı ile ziraat bankası arasında iki sokağın sağlı sollu hareketli ticaretin olduğu sokakta bulunan yüzün üzerinde dükkân yandı-kül oldu Neliklerle nasıl yıllarca çalışarak elde ettikleri koca koca basma pazen yünlü kumaşlarla dolu dükkânlardan neler kurtarabildiler veya kül olurken gözyaşlarını dökerken görmek gözümden silinmeyecek üzüntü verici olay… Bu insanlar o denli tutumluydular ki kapısının önünde mangalda kömür kor haline dek bekletirler kömür olgunlaşınca dükkânın içine alır sandalyeden eğilerek avuçlarını ısıtır ısınan avuç işlerini saat yönünde döndürerek tutumlu bir şekilde ısınırlar mangalı küllerlerdi. Bu yangın karamanın kırılma hattı oldu. Dükkanlar beton olarak yeniden yapıldı. Ve karamanın yaşamında hissedilen değişiklikler oldu. Belediye yönetici olarak yol göstericilik ufuk açan yol yöntemler sergileyemedi. Belediyede o yıllarda kalfa tabir edilen ortaokul veya lise mezunu teknikerden başka kent planlamacısı-mimar-mühendis yoktu işyeri sahipler ide yaralı olunca geçici ruhsatla aynı ölçülerinde betonarme yapılar oluştu çok garip! Yangının çıktığı dükkan nasıl oldu ise ödüllendirilir gibi iki kat yapıldı diğerleri tek kat geçici ruhsatlı!!! Ertesi gün işyerleri yananlar umutla Cumhuriyet Parkı ve ziraat bankası adliye önünde gele gide helak oldular. Umutla baktıkları yerlerden elleri boş dönenlerin üzüntülü omuzları düşmüş dönüşleri insanı onların o hallerine uzaktan da olsa üzüntüleri beni de yorgun ezik düşürüyordu. Oralardan uzaklaşmasam ayakta durmakta zorlanacaktım. Bir iki terzi ile konuştum. Onların durumu anlatımı ile daha zor yanan yalnızca benim değil bana ustalığıma kişiliğime güvenip bana kumaş getireni n sorumluluğu da benim hadi emeğimi bırak az bir pey verdi ama benim korumamda olan kumaşı nasıl ödeyeceğim diye üzüntüsünü dinleyince yalnızca evine ekmek götürmenin yanında kumaşı bırakıp elbise bekleyenin sorumluluğunu hissetmesi üzülmesi bir diğer terzinin ki tebessüm ettirecek düzeydeydi şöyle anlattı; Karamanın mal mülk sahibi akrabasının ikinci dünya savaşından kalma ağır yünlü kumaştan 10-15 kg gelen saku denen ağır paltoyu çevirme için verir.. (Çevirme uzun süre giyilen elbise sökülüp içi dışına getirilip dikilen bir uygulama ) Cumhuriyet Parkında bulur. Çok sevinir ama ağır paltonun bir kolu kayıp. Acaba üzerine başkalarının mallarının altında mı kaldı ümidi ile akşama denk oradan ayrılmaz. Hey hat ama kol bulunmaz! Amcası gelir gider çayını içer bulamadın mı? Diye eyvah, yazık dizine vurur. Bizim terzi kan tere batar. Arıyorum amca diye ezik üzüntülü yanıt verir. Ama amca dizine tuh tuh diye vurur durur. .. 100-130 işyeri yandı bu karaman için büyük kırılma. Bu kırılma kültür ve ekonomisin değişmesin güçlenmesin de oluşmasına yol açtı. İlk yılda yurtdışına 500-700 kişi gitti. Ama birkaç yıl içinde binlere giderek on binlerce karamanlının Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde o ülkelerde hissedilecek sayılara ulaştı. Ekonomide KARYER- YEM GIDA-BUMAS vb. onlarca üretime katkısı olan ekonomik gelişmelere yol açtı. Karamanın kırılması ile benim yaşamıma farklı kulvarda yol açan bir kırılmaya eş zamanlı kırılma karamanın deryasının içinde bir damla olan yaşam şeklimin değişimine neden oldu. 1964 yılında ortaokul bitirme;1.ve 2.karneler iyide olsa tüm derslerden haziran ayında bitirme sınavı adı altında uygulama vardı.

Haziran da bitirme sınavına girdim.

Sonuç; resim dersinden eylül ayında sınava girmek zorundaydım. Çok üzüldüm.Düşlerim tuzla buz olmakta.Kendi kendime aileyi ikna edip İstanbul da yatılı okuma izni kotarmaya çalışırken haziranda diploma alamayıp resimden ikmale kalmak ikna için büyük bir engel oluşturdu.Öte yandan kendimin

Resimden yeteneksiz oldugumu bilmem ve geçen yıl gelen resim ögretmeninin liseden resim

Resim dersini geçerli not alamayıp belge alan birkaç kişinin isimlerini saymaları benim var olan

Sınav korkumu iyiden iyiye artırıyordu. Bazı dostlar olumlu yorumlar yapıp moralimi yükseltmeye çalışıyor, sen onlara bakma lisede seçmeli ders resim dersini seçtikleri için hoca da dersine sen isteyerek seçtin yeteneğin yoksa niye seçtin diye hem kendisinin otoritesini hem mesleğini korumak için onlardan derse ciddiyet gayret bekler ortaokul bitirmede daha hoşgörülü olur diye moral veriyorlarsa da içimde kuşku ile günlerim geçiyor. Baba ve anneme her gün yinelemeden ırak kalıyordum. Pirinç yutup muska taksam da sonuç olumsuz oldu. Ve ben ortaokul diplomasını alamadım beklemeye kaldım. Resimden benim resim kötü çıktı! Zıran zıran gezeceğim! Ne İstanbul’da yatılı okuma Karaman’da müziği seçip Kel Mesut Hoca’nın akordiyonunu da dinleyemeyecektim. Ne gezmesi! Arkadaşlar okula, ben elde kürek su tutmaya gezme bir yana arkadaşlarla bile görüşemiyorum. Sanki işler benim beklemeye kalmamı beklermiş! Avara olunacak zaman değil. Ekim ayı tohum ziraat teknisyenliğinde aldirinlenecek (zehirlenecek) yürü!... Al onu mibzere yükle yürü. İş biter mi? Hadi bahçede avar topla. Mısırı der. Sabah namazında gamet getirince sesim açılıyor da… Kahvaltıyı uyuşuk yapmak yok. Horozdan sonra traktörün sesi ortalığa yayılmalı kasnağına ip sar sert birkaç çekiçle traktör çalışsın. Mahalleli sabah olduğunu bilsin! Yangını yukarıda anlattım. Ben ertesi gün parkın oralarda siftinirken evde babam buyrukları hazırlamış. Bunca mal römorkun üzerinde durmaz. Rüzgâr var, yağmur var, bu da avaralığa alışmasın. Birinci park geçidindeki Kemal Bayat’ın oturduğu dükkandan epeydir kira da alamıyoruz. Onun için o dükkan ona büyük de geliyor. Yarısını o kullansın yarısına bu malları koysun demiş. Karşı konulamaz, yorum yok. Söylenenler aynen ve hızlı bir şekilde yerine geitirile… onca yaş onca görgü. Adı Hacı Sami. Yüzyılı geride bırakmış. Hac vazifesini ergen çağında yapmış. İstanbul’da veliahtlarla ava gitmiş. İki banka ve kumpanyaya kurmuş. Bilgi yumağı, hörflü bir insan. Siparişini vermiştik ama usta bu haftada da yetiştiremedi, Manş motorunu. İş başa düştü sağlam, eksiz kendiri kasnağı sarıp ya gayret deyip sert bir şekilde çekmek lazım. Bir çekişte döndürebilirsen başarılısın. Ortalık daha soğumadı ayaz ya da don yok. Mazot akışkan. Bir sert asılma çırparak motor çalışır. Kemal Bayat daha gelmemiş. Römorku muntazam yanaştırıyorum. Traktörü yol dar olduğundan en iyisi eve götürmek. Nasıl olsa ev yakın. Bağırsan duyulur neredeyse. Bekle ki Kemal Bayat gelsin. Sanki nüfus müdürü.! Sallanarak geldi. Haberi var. Ağamla görüşmüşler. Dükkânın kapısı da iki kanat. Vitrini de iki. Ve vitrinin aynaları en büyük abimin 1953’e yarı sırları düşmüş aynalarla kaplı. Gene de az sır kaybıyla yerindeler. İçeride gene ağabeyimin andacı kontralit kaplı üstü ceviz kaplama tezgahlar hırpalamış olsalar da içleri sapa sağlam. Hadi hayırlısı römorku boşaltmaya başlıyorum. Beklemeye kalan adam olursan böyle olur diye öfke ile hınçla kan ter içinde boşaltmaya başladım. Ayağını sürükleyerek de olsa ucundan kıyısından Kemal Ağa da öylesine deste verdi. Oyalanmadan römorku çekmem gerek. Öğlen olmak üzere Kemal Ağanın gazeteleri gelmeden götürmem gerek. Evde yemek hazırlığı yeğin. Amma iyi römorku getirinceye dek sofra kurulmuş olur. Ben evden dönünceye dek Kemal Ağa’nın telaşı bitmiş elinde az okunan birkaç gazete kalmış. Çay içtiği kaba saba görünümlü birine üzüntülü sesle bir şeyler anlatıyor sanki yalvararak. Söyledikleri adam sanki başka biri var da ona söylüyor. Hiç oralı değil. Dinlemez vitrinden dışarıyı seyreder gibi sandalyeyi esnetmeye çalışıyordu. Konuşmayı bölüp tezgâhın yerini değiştirememeğime göre 17 kg’lık zeytin yağı tenekelerini ikişerli üst üste dizip kendimce dükkanı ikiye böldüm. Vitrine boş av fişeği fişeklik ve sıfırdan altıya kadar saçmaları yan yana ve altı sıra üstüne yerleştirmeye olabildiğince dikkatlerini çekmemeye çalışıyordum. Adam aniden ayağa kalkıp Kemal Ağa’yı azarlar şekilde ben anlamam nereden bulursan bul. Cuma günü gelirim demesiyle kendini sokağa attı. Uğurlamak için ayağa kalkan Kemal Ağa sandalyeye sanki gizli bir el omzuna basarak sandalyeye çökertti. Ne iş yaptı da terledi bilemedim Herhalde ağrına gidecek sözler söyledi. Ben Duyamadım. Kendinden geçmiş

Şekilde oturan Kemal Ağa bir Bafra ver diye seslendi. Paketi olup da açamadı. Sanki ellerinde can kalmamış jelatinin şeridini bulup açamadı. Yağmur da yağmadı rutubetlenmiş herhalde ben açıvereyim dedim. Takatsiz bir halde elinde sıktığı sigarayı aldım. Elimle tapışlayarak kalem gibi birini rahat alabileceği şekilde avucuna bıraktım. Boş boş baktı kaldı. Derin derin çekjtiği sigaranın düşen küllerin üzerine izmariti attı. Sandalyden kalkıp ayaği ile izmariti ezdi. İzmariti mi yoksa giden adamı mı ezdi de ezdi. Ceplerini karıştırıp sigarnın parasını verdi. İlk siftah. Terazinin kefesine şıngırtarak avucumdan ağdırdım. Bariton sesi ile üst perdeden bir söyleyişle evlat çok mal kurtarmışsınız diyerek gazeteci ukala Birol Kuytan içeri girdi. Bayat geldim işte kapının önüne çıkalım orada çekelim diyerek dışarı çıktılar. Kemal Ağa beni de çağırdı. Eline üç dört gazete alıp kibritle tutuşturup dergilerin bulunduğu vitrinin önüne attı. Beni de kolıumdan çekerek yanan gazeteler aramızda Birol Bey birkaç poz çekti. Çok garibime gitti. Ama yapacak bir şey yok. Birol abi gazetelere mi çıkacağız dediğimde umursamaz –lakayt bir şekilde görürüz bakalım anlamında ellerini açarak izah etme lütfünde bulunmadı… Çok yakından tanımasam da kendini beğenen bir yönü vardı. Seftah pek iş görmedi. Yangın şehirde çok büyük üzüntülere neden oldu. Herkesin konuştuğu yangın yangın kah yangının başladığı terzi için çeşitli dedikodular, yok bilerek yaktı, yok kalfa çok küçükmüş ütüyü fişte olduğunu bilememiş. (…) Manifaturacının kaybı büyükmüş, (….) terzi hiç mal kurtaramamış. Birkaç kişi şu (…) bu (….) oğlu tutuklanmış yangın sırasında yardım ediyorum diye evine götürmüş komşusu karakola bildirmiş bu adamın dükkanı yok ama top top kumaşlar evine getirdi gibi tutuklananlar oluyor, günler dükkanların yerine yenilerinin nasıl yapılacağından belediyeye itfaiyeye imar durumunda acil olmadığı söndürmede yetersiz konusunda bağıra çağıra eleştiriler yöneltiyorlardı. Kemal ağanın tanışlarını ayırt eder isim ve ne iş yaptıklarını öğrenmeye başladım. Gruplara ayırıyordum kendimce birinci grup her gün gazete alanlar ikinci bir grup selam verip gazete almadan ayak üstü bedava tarafından gazete okuyanlar. Bir tafra ile Kemal ağanın verdiği parayı sayıp az bulup laf sayanlar. Terzi topal Şevket gibi Kamal Ağanın akrabası olanlar. Söylenen sözlere sabırla karşılık vermeden dinlemesini ve neden onlara para verdiğini on onbeş gün sonra öğrenebildim. Bir de ekabir bir grup vardı. Parkın karşısında iki katlı biri binanın milci dedenin hizasında zemin katında çayını içtiğimiz Yörük ali ile Durmuş (dede derlerdi) un işlettiği üzeri Adalet Partisi binası olan bir binada o günlerde Kel Osman ve onun çevresi muhtar Sart, Kinedin Mehmet, Halil Bağcı gibi adalet partililerin bir kısmı bazen ikişer bazen tek gelirler. jKemal ağa sanırım adalet partisine üye veya sıcak bakıyordu. Onlara Kamal Ağa hürmet gösterir, onlarla konuşurken gazete dergi isteyenleri lafı böldüler diye kızardı. Ve ben bunu ayıplardım. Olacak şey mi, insanlar senden şu veya bu hizmeti almak istiyor. Önce hizmeti ver sonra konuşursun. Benim bakkaliye çok az iş yapıyordu. Hemen yan karşımızda Ağabeyim Hamitin çok büyük ve lüks sayılan malzemeleri de bulundurandükkanı öyle büyüktü ki Gazi Paşa caddesnde içi geniş vitrini bulunan memur, amir en zengin müşterileri olan bütün çarşıyı kahve kokusuna boğan dükkanın bir iki dükkan ilerisinde tanınan liyi ve bol çeşidi olan Mehmet Gürle onun kadar olmasa da müştersi ona yakın Hamdi Koçak tanınmış yılları bol çeşitleri olan esnaftan bizim dükkana gelen azalıyordu. Zaten köylüler de odun pazarı civarında kalıyordu. Aşağı taraflarda bakkal dükkanı çoktu. Hafta sonu Cuma cumartesi günleri av malzemesi avni atarın oğlu ile benden başka satan olmayınca kumpanya nereye taşındı diye sora sora buluyorlar bir parça hareket oluyordu. İş olmadığı günler beklemeye kalmış öğrenci psikolojisi üzüntülerim artıyordu. Babam haftada iki gün dükkana gelir o geldiğinde kemal Ağa her işi bırakır babama derin ilgi alaka gösterir ben de usulca sıvışırdım. Ekim ayının ilk haftasında biri ankaradan biri istanbuldan takım elbiseli çantalı iki konuk geldi Kemal Ağa’ya. Kemal Ağa’nın kaba saba davranışları yok oldu. Adamlara komşulardan koltuklar getirdi. En üstünde oturacak yer bulamadı. Birol beyin çektiği fotoğraf ve laf sayıp para alıp giden adamların hikmetini anladım.! Meğer o kaba saba laf sayanlardan faize para almış ödeme yapamıyor küçük küçük

ödemelerle kapatmaya çalışyormuş. Bu arada gazete şirketine ödemeleri tam ve gününde yapamayınca Birol beyle senaryo üretmişler. Gazete yanıklarıyla çektiği fotoğrafları abartarak 120-130 yanan işyeri içine gazte dağıtan dükkanını da yandı haberleri ile şirket ödemesinde zaman kazanmak amacı varmış. Ama günler çabuk geçip ödeme düzene girmeyince müfettiş denen iki görevli gazete dağıtımına el koyup sorunu çözmek için gelmişler. Gün uzun gelen konuklarla sohbet ederken olayı anlattılar. Güvenli tanış var mı, piyasa araştırmasına giriştiler. Babama elçiler gönderdim. Ağabeylerimden bir ikisi, anam, halam derken bu iş bakkallıktan iyidir, çürüğü çarığı yok, oğlan bu işi tek başına yapar ama babamın onca deneyimi bir yandan Kemal Bayat’ı en büyüğü benden üç dört yaş küçük beş çocuğun olması babamın gözünde benim çocuk olmam Kemal Ağa’nın babamın sakalının altına girmesi gösterdiği ilgi alaka karşılıkslz kalmadı. Gaztee bayiliği için altı yedi bin lira nakit para bir o kadar da iş bankası teminat mektubu görevlilere verildi. Ertesi gün o yıllarda Karaman’da vergi dairesinin görevini mal müdürlüğü yürütüyordu. Mal müdürlüğünden gelen bir yetkili ile vergi numaram GA:506 vergi yükümlüsü olduğum vergiden hala kurtulamadım. Ve gazeteler benim Kemal Bayat ortaklığı ile ertesi gün gelmeye başladı. Bakkaliye malzemesini tanışlara uygun fiyat ve süreleri uzatarak tasfiye ettim. Yeni işi severek yapıyordum. O günlerde baskı tekniğinin yavaşlığı nedeniyle gazetelerin ekleri birgün önce gelirdim. Okumaya merakım epeyce gelişmişti. O günlerde ekleri bir gün önceden okuma çocukca bir ayrıcaclıktı. Para kazanamasam da günler iyi geçiyordu. O yıllarda yeminli mali müşavri, mali müşavir gibi adlar bilinmezdi. Ortaokul terk, lise terk veya nedeninin bilmediğimiz birkaç yıllık memuriyetten ayrılmış kişiler muhasebecilik yaparlardı. Dergiler DDY ile PTT’den çıkış süresinden bir gün sonra ulaşırdı Karaman’a. En çok sattığım haftalık aktüel dergi tifruduk baskılı “Hayat Dergisi” idi. Orta sayfasında çok ünlü yerli yabancı ressamların çokça natürmort, İstanbul manzaraları, denizde süzülen yelkenlileri, orta halli aileler o sayfayı çerçevelettirip duvarlarına asarlar ya da ev hayırlı olmasına hediye olurdu. Ne yapalım resim galerilerimiz vardı da almadık mı? Altmış altı martında hesap gördük. Kemal Ağa kırbağlarında bağ alıp kafa parseli satmaya başladı. Ben eliburla biraderlerinden “Facit” hesap makineleri satmaya başladım. Buğday tüccarlar kuyumcular, orta üstü tüccarların gözbebeği dört işlemli hesap makinası çan saat hata yapmaz. Ama alanın eşi ona iğne oyası örtüler örer, çocukların erişmesi ama dört işlem yapar ama pek çoğu toplama, çıkarma, çarpma, dördüncü işlemi yani bölme işlemini pek yapamazlardı. Çünkü işlem için makinenin içindeki silindir top çın öter, bir hane ileri alıp tekrar yapmak bozulur çın sesi çıkar diye korkarlardı. Daha piyasada fonksiyonlu elektronik hesap makinaları Karaman’da bilinmezdi. Casio Fx ancak üniversiteyi bitirip müteahhitliğe başlayan mühendisler kullanabilirdi, Aristo cetveli yerine.

Önce yangın ardından da belediye yaktı yıktı. Canım iki sokak ne manifaturacılar kaldı ne eski attarlar sokak yok oldu…

Sonraki gelenler, toptan sokak adlarını yakıp kületiler kentimizin yüzyıllardır ,yapılan işleri ,kişileri veya yaşanmış olayları ansıtan sokak isimleri yerine bir numara ile numaralar! verdiler.

Vergi GA:506

37 yıl yeter mi!