Siz hiç dedenizin kucağında minicik ellerinizle sakalına dokundunuz mu? Ben dokunamadım, dokunamazdım, çünkü doğumlarımız arasında bir yüzyıldan fazla, tamı tamına 105 yıl var. Fotoğraf da çektirememiş, kimdir, nasıl bir insandır anlatılanlardan biliyorum. Yaşadığı dönemde tanıdığı tek teknoloji Hacca giderken Taşucu’nda deveden inip “Hayfa” limanına kadar bindiği yandan çarklı gemi olmuş.
Dedem, teknoloji ile fazla tanışmasa da iklimi (meteoroloji), arazi iyileştirilmesini biliyordu sanırım. Padişah buyruğuyla iki dönem Soğla Gölünü (bataklığını) Kurutma Kurulunun başkanlığını yapmış, bataklığın taşıp ekinleri kesmesini önlemiş, yaz mevsiminde iklim değişikliği ile sineklerin Karaman’a hastalık yaymasını engellemek için çareler düşünmüş. İklim değişikliğini ve yaratacağı etkileri biliyordu ki, oğluna (babama) Süveyş Kanalı açıldı, Karaman’ın iklimi değişti, demezdi.
Soğla Bataklığı, Karaman’ın 7 km kuzeyinde, Kılbasan’dan Gameni’ye kadar çok geniş bir alanı kapsayan bölgedir. Bu bataklık başta sıtma olmak üzere birçok hastalığın yayılmasına neden oluyor, çevre köyler ve Karaman halkını perişan ediyordu. Halkın sıralı şikayetleri; kadı, vali, Dersaadet’e kadar ulaşıyordu. Dersaaet, soruna çözüm olarak “Soğla Bataklığı”nı kurutmak için 20.000 Osmanlı parası tutarında bir şirket kurar. Yönetimine 1884-1890 yılları arasında dedem Tartanzade Hacı Emin’i atar. O yıllarda elde bulunan araç gereç böyle geniş bir bataklığı kurutmaya yetmez. Yabancı firmalardan gelişmiş teknoloji desteği aranır. 40.000-50.000 dönüm arazi kurutulup tarıma yararlı hale getirilmeye çalışılır.
Çabalar sonuç vermeye başlayınca, 1900’lü yıllarda kurutulan arazinin çevresinde köyler oluşur. Gelen göçmen aileler, ağırlıklı olarak Bulgaristan’dan gelenler buralara yerleştirilir. Kurutulmadan önce bataklıktan gelen sular, daha çok kış aylarında güney doğusundaki 15.000 dönümlük Kaya Gölü’ne ve güneyinde 12.000 dönümlük Çavuş Gölü’ne ulaşmaktaydı, bu göllerin suları da yazın kurumaktaydı.
Devlet, 1950’li yılların ortalarında eski İbrala Yolu ile demiryolu arasındaki arazileri başta Selerek köylüleri olmak üzere, çevredeki topraksız insanlara 18’er dekar olarak “toprak tevzi” yöntemiyle dağıttı ama, bu insanların çiftçilik için araç gereçleri yeterli olmayınca verimli olamadılar. Dağıtımın da iktidara yakın parti militanları ve yandaşları öncelikli olarak uygulanması nedeniyle beklenen yarar sağlanamadı. Bu dağıtılan arazilerin toprak kalınlığı da oldukça ince idi. Ayrıca, sert mineralli say tabaka ile kaplı olması da verimi düşüren etkenlerin başında geliyordu. Birçok aile fidanların ücretsiz dağıtılmasından yararlanarak yoğun bahçe yapımına “dikimine” girişse de, özverili çalışma yapmalarına karşın bahçeye verilen onca emek yetmedi. Ağaç kökleri saya ulaşınca ağacın ömrü ve verimi az oluyordu. Bu dağıtılan arazi o kadar el değiştirdi ki, dağıtımdan alanların binde biri ancak elde tutabildi. Bu yerleri rant amaçlı kısa süre elde tutup satanlar büyük kazançlar elde etti. Arazi tarla niteliğini yitirdi, spekülatörlerin rant aracı oldu.
Bunları anlatmamın nedeni, gördüğüm, gördüklerimin dününe ilişkin; anlatılanların günümüze aktarımı bir görev, yükümlülük olarak beni zorluyor, geciktirdikçe huzursuzluğa kapılıyorum. Bilgi, zincirin lokmaları gibi birbirine eklenerek yol alır, zincir uzar güçlenir. Kimi kez gelenin kutusu geldiği yere bir yenilik, kolaylık sağlarsa kabul görür, yaşamı güçlendirir, zenginleştirir, kolaylaştırır.
Tatarların Karaman tarımına katkısı
Rumeli göçleri dediğimiz 1878 sonrası çok büyük göçlerin içinde Kırım Tatarları da vardı. Bu tarihten sonraki bir yüzyılı aşkın süre içinde Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Yunanistan’dan ve Makedonya’dan gelen muhacirler içinde Kırım Tatarları hep olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu bakımdan, Türkiye’nin bazı yerleşim yerlerinde Romanya veya Bulgaristan muhaciri (göçmeni)
denenler arasında aslen Kırım tatarı göçmeni/muhaciri olan pek çok kimse vardır. Türkiye’nin hemen hemen her yerinde Kırım muhacir/göçmenleri tarafından kurulmuş yerleşim yerleri bulunuyor. Bunlardan birisi de yakınımızdaki Ayrancı ilçemizdir.
Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti üç kıtaya yayılmış bir imparatorluktu. Geniş toprakları içinde Türklerin yanında çeşitli ırklar da vardı. Kimi bölgelerde bağımsızlık çatışmaları başlayınca oralarda yaşayan Türkler zor durumda kalmıştı. Örneğin, Rumi takvime göre 1293 yılında Osmanlı Rus savaşı başlayınca o bölgelerde yaşayan Türkler göçe zorlanmıştı. 93 Harbi denilen bu savaşın etkisi çok büyük olmuştu.
Göç, kuru bir sözcük olarak kullanılsa da, içinde kuşaklar boyu, günler, aylar süren, açlık, susuzluk, hastalıklarla an an yaşanan acıları barındıran bir sözcüktür. Tatarlar, bu göçü her yönüyle yaşamış insanlardır. Göçerilen Tatarların bir bölümü, Balıkesir’in Manyas ilçesine, 200 hanelik bir bölümü de Karaman - Ereğli arasında yer alan erken Bizans dönemi ören yerlerinin olduğu Divle, Orzala’ya yerleştirilmiştir. Helimoğullarının topraklarının bulunduğu “KAFİRLER ÖRENİ” denilen bu bölgede 1902 yılında hane başı 40 dekar toprak dağıtılarak demir yolu geçen bölüme yakın konut yapmak için teşvikler de verilmiştir. İstasyon inşaatı henüz bitmemiş demiryoluna yakın yere, 2 çift atlı arabanın geçebileceği genişlikte yolları olan, çok düzgün, girintisi, çıkıntısı olmayan konutlar yapıldı. Kuşkusuz bu yapılar iki üç yılda tamamlanabilmiş, bu süreler içinde göçmenler ören yerlerinin inlerinde barınmışlar. Bir Osmanlı belgesinde, 5 Ağustos 1903 günü 200 hanelik yerleşenler için 972 kişilik ekmek dağıtımı yapıldığının tutanak atına alındığı görülüyor. Bu yardımlar tam yerleşme başlayıncaya kadar sürüyor.
Bölgeye güneyden gelen suları (Saray-Höyükburun arasında), tutabilmek için arazinin elverişli yerine insan güç ve becerisiyle set yapılıyor. Suya egemen olmak (ket/set vurmak) amacıyla yapılan bu sisteme ”DERBENT” adı veriliyor. Tatarlar, geldikleri yerlerde yapılan çiftçilikten daha ileri ekip /biçme görgü ve kültürüne sahiplerdi. Bahçecilik uygulaması olmayan bu topraklara düzenli bahçe fikrini ve bahçenin farklı ürünleri getirmişlerdi. Kafirler Öreni denilen mağara yerleşimlerde iki, üç yıl zor günler geçirseler de azimle yeni konutlarla birlikte yanlarında getirebildiklerini diktikten sonra aralarından bir grup (Alim Ağa,Yunusoğlu, Habiboğlu) Kırım’a gidip, safran, kampanya gibi farklı elma fidanları, beyaz, kırmızı kiraz, tokalıoğlu, irigöz v.b. gibi kayısı fidanları getirirler. Ekin ekme ve ekin biçmede yerleşik kültürün bilmediği uygulamaları yaşama geçirirler. Yerleşikler saban ve öküz ile ekin ekerken, Tatarlar atı sabana koşarak gün içinde daha çok ekim yapabiliyor, tek veya çift atların çektiği arabalarla yol alabiliyorlardı. Bahçeler geçimlik ürün elde etme değil, ticari kazanç kapısı oluyordu.
Yerleşen Tatarlar, yakın komşuları Karaman’da öküz ve onun çektiği sabandan daha verimli olan pulluk ve at ile daha geniş alanı daha az zaman da sürebiliyordu. Karaman ve köylerinde bu yöntemi bilmiyorlardı. Karaman’da toprağı işleyenler için çok büyük bir yenilik daha getirdiler ki; o yılların çiftçileri için müthiş bir uygulama olan kanatlı ekin derme makinesi, orak ve kosanın yaptığı işin kat be kat üstünde üretim yapabiliyordu.
Tatarların ekin derme makinesini hayranlık ve sevinçle izlemeye başlayanlar az sayıda da olsa kullanmaya da başladı. Babamın anlatımından öğrendiğime göre, yeni makineyi Karaman’a en yakın tarlaların olduğu yerlerden biri olan Şarözü’nde şafakta bismillahla çift atı koşup kullanmaya başlarlar. Makine ekin tarlasında sekiz on kez döndükten sonra durur. Makinenin çevresini dolaşırlar ne olduğunu bilemezler, atlardan birini çözüp Kırmahalle’ye Tatar Abdullah’ı bulmaya gönderirler. İki saat sonra atın terkisinde gelir. Çevreyi dolanır, tarla biraz taşlı olduğu için sarsıntıdan tek çarkın bulunduğu kama yerinden çıkmıştır. Tatar Abdullah beş on adım geride çıkan (kama/saplama)yı alır, ‘bana bir taş ve su verin’ der. Taşı kamanın tepesine vurur, yerine oturtur, bolca su döker ‘tamam Hacı emmi yürüsün’ der ve tek çark kolu çalıştırır. Makine çalışır, Babam sevinçle ‘eline sağlık ne vereceğiz’ der, Tatar Abdullah yaptığı onarımın hoşa gittiğini anlayınca, bir kamaya bir taş vurmaya günlük değil on beş günlük yevmiye parası ister. Karşılığında Babamın ‘bu ne ülen’ diye öfkeli sesini duyunca da yarı fiyata fit olur.
Tarıma uygun ev düzeni
Develerle yollarımızın ayrıldığı 1922 yılında, onların ve yavrularının korunduğu yerler elden geçirilip yeni konuklar için barınacak, korunup gözetlenecek konuma getirilip, 8o yıllara dek toprak damı da yuvuldu, çerçeveleri elden geçirildi. Bahçedeki dut ağacının gölgesi ve ağacın doğayı duyumsatan rolü de sürdü. Söylesem şimdi insanlar gülümser, dut ağacı mevsimlerin değişim göstergesi gibidir. Dut ağacı yaprak açmaya başladı mı kaba giysilerini çıkar! Dut yaprağını dökmeye başladığında da kalın giysilerini hazırla! Şimdi meteoroloji her gün insanları bilgilendiriyor, mevsim değişimlerini dut ağacına bakarak anlamıyoruz.
O koskoca develiğin tarımsal araç gereçler için yeniden düzenlenmesi bizim ev yaşamımızda bir evrimdir. Saban, pulluk, boyunduruk, döven önemini yitirdikçe yeni alan gereksinimleri doğmaya başladı. Develiğin bir bölümüne yeni araçlar için dört metreye yakın uzunlukta kalın ardıçdan hatıllarla traktör ve biçerdöver için bölümler eklendi. Bu gelişimi tanımlayabilmek için kimi tarım araçlarını tanımak gerekiyor.
SABAN
Sabanda ayak denen kısım sabanın bel kemiğidir. Ayak sabanın yükü çekecek kısmıdır. Kara saban toprağın altını üstüne getirmek için yapılmış, ayağın yere basan sivri olan yerine takılan özel yapılmış saban demiri denen parçayla toprağın aktarılması sağlanır. İkinci önemli parçası, çekme oku ve onun ucundaki boyunduruktur. Boyunduruğa sabanı çekecek hayvanların bağlanacağı bir düzenek takılır ve toprak sürüm işlemi yapılır.
PULLUK
İki kolu ve yere doğru 60 derece açılı iki dikme ve ayak kısmında bir bıçağı olan bir tarım aletidir. Avrupa ülkelerinde bizden önce kullanılmaya başlamış ve sabandan daha iyi sürüm yapmıştır.
BOYUNDURUK
Kara saban, pulluğu ve öküz arabasını (kağnı) çekmek için kullanılan hayvanların boynuna takılan ağaçtır. İki ağaç ince demir veya sert ağaç parçalarıyla birbirine tutturulmuş uçları hayvanların boynu girecek kadar açık bırakılmış, kaçmamaları için de zevye denen demir veya ağaç parçalarının girebileceği delikler hazırlanmış bir düzenektir. Boyunduruğun alt ucunda meşeden yapılma kapak dediğimiz delikli düzenek vardır, bağlantıyı zevyeler yapar.
DÜVEN
Tarladan derilen ekin başaklarının, harman yerinde saman ve tane olarak ayrılması için kızak şeklindeki iki enli tahtanın altına çakmak taşları yerleştirerek yapılmış bir araçtır. Ok ve boyunduruk düzeneğiyle çekici hayvanlara bağlanır, yere daire biçiminde serilmiş sapların üzerinde at veya öküzün çekmesiyle döndürülerek sapların kesilip saman olması, taneyi başaktan ayırmış olması sağlanır. Bu işlemde zaman zaman sapların altı üstüne getirilir, dişli, anadut, tırmık gibi tarım aletleri kullanılır. İşlemin tamamlanması ‘harmanı öldürdük’ diye tanımlanır. Tüm bu işlemin sonunda ince samanlı buğday ya da arpa, havanın rüzgarlı olması durumunda yaba ile 1,1,5 m. yukarı savrulur. Bu işleme ‘tınaz’ denir. Rüzgarın etkisiyle hafif olan saman ileriye, taneler öne yığılır ve birbirinden ayrışır. Bu işlem yapılırken ‘haydar, haydar’ diye mani söylenir, rüzgar çağrılır! Bu işin en usandırıcı yanı rüzgar beklemektir.
ÜVENDİRE
Kızılcık dalından 1cm kalınlığında düz sopa soyulmadan ateşte kızartılır. Soyulunca verniklenmiş gibi olur. Bunun kalın ucuna sıyırma demiri, ince ucuna çivi çakılır. Sabana çamur bulaşınca kalın tarafıyla yapışan temizlenir, ince tarafıyla da öküz dürtülerek hareketlenmesi sağlanır.
Tarımda arazi düzeni
Osmanlı’da nüfusun %80’i tarımda çalışmaktaydı. Devlet 1858 ‘de ‘Hayırlı Düzenlemeler Dönemi’nin en önemli düzenlemelerinden biri sayılan “Arazi Kanunnamesi” çıkardı. 1858 arazi kanun namesinin birinci maddesinde Osmanlı imparatorluğunun toprakları beşe ayrılmıştır. Bunlar Arazi-i Memluke (mülk toprakları), Arazi-i Emiriye (mir-i topraklar/kamu toprakları),Arazi-i Mevkufe (vakıf toprakları), Arazi-i Metruke (metruk topraklar/Kamunun kullanımına (tahsis) ayrılan topraklar, Arazi-i Mevat (ölü topraklar).
Cumhuriyet ilk yıllarından itibaren toprak üzerinde özel mülkiyeti pekiştirici yasal düzenlemeler yaptı. 1926 yılında Medeni Kanunu’nun kabul edilmesiyle özel mülkiyete dayalı yeni hukuk düzeni oluştururken, geniş tarım alanları üstünde fiili denetim kurmuş olan güçlü ailelerin bu arazileri tam malik sıfatıyla tapuya kaydettirmeleri kolaylaşmış oldu. Dağıtılan araziler daha ziyada hazine arazisinde köylüye toprak verme şeklinde oldu.
Atatürk Söylev (Nutuk)’de toprak dağılımını düzenlemek için üç ana ilke ortaya koymuştur.
1) Memlekette topraksız çiftçi bırakmamak.
2) Bir çiftçi ailesini geçindirebilecek toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünmesine izin vermemek.
3) Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işleyebilecekleri arazi genişliğini makul ölçülerle sınırlandırmak.
1926 yılında kullanılan makinaların yakıtlarından vergi alınmayacağı belirtilir. Fakat 1929 kapitalizm bunalımının getirdiği olumsuz koşullar nedeniyle, 1930 yılında bu vergi indirimi kaldırılır. Hükümet, 1923-1925 yılları arasında 7677 pulluk dağıtır. 1924 yılında çıkardığı bir yasa ile askere alınan askerlere (çiftci olanlara) askerlik sürecince tarım makinaları ve yeni yöntemleri öğretilmesini öngören kararını alır.1938 yılına dek hükümet köylüye önemli oranda toprak dağıtmıştır .Bu dağıtılan araziler devlete ait arazilerden ibaret kalmış, büyük toprak sahiplerinin elindeki arazilere dokunulmamış, 1923-1938 yılları arasında 246.431 aileye toplam 99837.50 dekar toprak dağıtılmış. (Ö.L.BARKAN) 1935 Yılında 912 Adet KALBUR MAKİNASININ bir kısmı uzun vade ile çiftçilere satılmış, bunun birini de Babam Tartanzade Hacı Sami almış.
1929 yılında Dünya Ekonomik bunalımından sonra tarımda kullanılan yakıt indirimi 1930 yılında kaldırıldı. 1926 yılında tarım için kullanılan makinaların yakıtlarından vergi alınmayacağı belirtilir. Hükümet 1923-1925 yılları arasında 7677 pulluk dağıtır saban yerine pulluk kullanımı artar 1924 yılında hükümet çıkardığı bir yasa ile askere alınan askerlere (çiftçi olanlara) askerli süresince tarım makinaları ve yeni yöntemlerin öğretilmesini öngörü kararı alır. 1930’lu yıllardan itibaren traktör kullanımı azaltmaya terk edildi. 1889’de kurulan MENAFİ sandıkları kaldırılıp Ziraat Bankası kuruldu.
Silifke’de 1936 yılında Tekir Kooperatifi kuruldu, bir nolu kurucusu Mustafa Kemal Atatürk oldu. Şövalye çiftliği 1930’lu yıllarda atlı tarıma yöneldi. Söylev’de Atatürk her çiftçi ailesinin bir çift ata sahip olmasını belirtti. 1930’lu yıllardan itibaren traktör kullanımı azalmaya terk edildi. Osmanlının yönetiminde çiftçiler yaptıkları üretime göre adlandırılmış ve buna göre kategorilere ayrılmıştır. Kullanımdaki arazi büyüklüğüne göre “çift, bennak, caba, mücerret” gibi sınıflara ayrılarak vergilendirilmiştir. Tarımsal faaliyet devlet kontrolünde sürdürülmüştür. Devlet mülkiyetine dayalı bu toprak sistemine “Mir-i Arazi” denilmektedir. Köylü toprağı kullanım hakları karşılığı vergi ödeme yükümlülüğündedir. Mir-i Arazide hiyerarşik bir mülkiyet sıralaması getirmiştir. Şöyle ki “vüzera,
ümera, beylerbeyi, sancakbeyi” ve askeri görevler için dirlik verilen “sipahiler” şeklinde. Vergiler ise; Has; Geliri 100.000 akçeden fazla olan dirlikler her beş bin akçe için bir asker hazırlamak zorundadır. Zeamet geliri 20.000 – 100.000akçe arası olan ikinci derecede devlet büyükleri Tımar; devletin bir takım gelirlerini hizmet karşılığında dirlik sahibi verilen ve genellikle askeri ve idari görevler yüklenen kişiler arazinin verimliliği göz önüne alınarak 1/10 ile 1/50 arasında aşar/öşür vergisi alınmış ve her yıl 33-36 akçe arasında değişen “çiftçi akçesi” alınmıştır. Tımarlar sipahilerden alınmış ihale yöntemiyle ile mültezim adı ile anılan kişilere devredilmiştir. 1925 tarihinde “aşar vergisi” kaldırıldı. Pazara sunulan ürünlerden %6 -10 arasında vergi alınması öngörüldü. 1926 yılında Mir-i arazi gidip özel (iyelik) mülkiyet yasası kabul edildi. 1938’de TMO kuruldu.
Tarımda atın önemi
Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat- it belirttiği gibi, Türk, “Türk Atı ile Kuş Kanadı ile” gezmeye tozmaya, birlikte rüzgarı arkada bırakan atına saban çektirmeye kıyamamış!.. Çift (tarla sürme) işi karasabana boyunduruk takılarak öküz ve mandaya yüklenmiş. At; öküz ve camız (manda) ‘a göre çok tüketen bir hayvan olduğundan “ayaklı değirmen” olarak nitelendirilmiş. ‘Karadağ’ Karaman köylüleri için yılkı atlarını koruyucu, kucak açıcı bir alan olmuş. Harman sonu atları ahırda besleme yerine Karadağ’ın kucağına emanet etmiş. Baharın sağ kalanları yakalamak için uğraşsalar da...
Ne de olsa temmuz- ekim aylarında at ile tarım yapma yeni iş kollarının oluşmasına gerek duyar. Deri tabaklamak sanatı Karaman’da gelişmiş bir iş koluydu ve kentin kuzeydoğu bölümünde iki koldan ırmak bu yöreye yönlendirilmiş; tabakçılar, kirişçiler bu bölgeye yerleşmişti. Sokak, mescitler bu iş kollarından adlandırılıp, yaşama geçirmişlerdi. Hamut, yan kayışı, marka at arabası ve çift için çalışan atlar için özel nal ve mıh bile uzmanlık gerektiren nalbantlar oluşturur. Binek atlarının nallarından farklı atın ayak tabanını tümünü kaplaması, ekin saplarının atın ayaklarına batmaması için gerekliydi. Saraçlık önemli bir meslek olma durumuna geldi. Atların başından boynuna geçirilen ve döş kısmında tutulan hamutun bulunması, atlı tarımın başlamasını sağlamıştır. Hamut “hamit” arkadaki bütün yükün en güçlü yeri olan “döş” olarak nitelenen omuz bölgesine gelmesini sağlamaktadır. Hamut “hamit” iki tarafında yer alan ve ‘kulak’ delinen kısımlarına ‘yan kayış’ denilen kalın derin halatlar “marka” denilen çekilen araca monte edilmiş alete sökülüp takılmayı kolaylaştıran özel usullerle hazırlanarak bağlanmaktadır. Atın “bazen çift at” veya atların arabaya koşulması sırasında inişlerde çok işe yarayan ‘gömlek’ denilen ve hamutun atın döşüne sabitlenmesini sağlayan kısımda deriden yapılır. Pulluk sayesinde de demircilik yeni bir ivme kazandı ve demirciler pulluk üretir oldular. At arabası ile taşımacılık gelişti. At arabası için atların başına geçirilen ‘terbiye’ ve yaklaşık dört metre uzunluğunda terbiye kayışı ile arabanın yönünü belirlemeye yardımcı olan kayış.
Göçün tarıma etkisi
Anadolu’da Fatih döneminde büyük ve farklı yönlerde oluşan göç eksilmedi arttı. Fatih İstanbul’u alırken yerle yeksan olan surları onarabilmek ve batıya savaşa gittiğinde Güneydoğu bölümünü güvenlikli görebilmek için Karaman eyaletinde yetenekli taş ustaları ve savaşkan asker olarak Karaman Beyliği’ne katılanları büyük bölümünü İstanbul’un bugünkü Çarşamba’ya “Büyük Karaman/Küçük Karaman” Caddesi olan yerlere, bir kısmını da özellikle savaşkanları Kastamonu, Balkanlara yerleştirdi. Gelmeler-gitmelerle bu göçler arttı eksilmedi. Fatih Sultan Mehmet’in uygulamaya koyduğu bu yöntem ondan sonraki padişahlar tarafından da uygulandı ve Osmanlı devlet yönetme ilkeleri haline geldiği geçen süreçlerde olaylarla kendini gösterdi. Bir uygulama olarak Cumhuriyet’e dek sürdü. Bir Bölgede sorun çıkaran savaşkan olanlar sınır boylarına veya yeni alınmış yerlere yerleştirilidi. Bizler de “Larende/Karamanlı” olarak gurbette Osmanlı’nın her zapt ettiği yerlerden hemşehri edindiğimizi öğreniyoruz. Az uysal başkaldıran da bulunduğu yerde Osmanlı bürokratı olarak padişahın yanında imparatorluğun vergi ve asker yetiştiren görevli kulu oluyordu. Bunların bir kısmı vergi toplayan mültezim/ayanlar zaman zaman topladıkları vergide halkı inletiyor,
çeşitli şikayetlerde kısa sürelerle el değiştirebiliyordu. Kısa sürede, 2-3 dönem yaşayamadan görevden azledilen mültezim/ayanlar Osmanlı son dönemlerinde oldukça fazlaydı. Karaman’ı ilgilendiren olaylar, Osmanlı’nın son döneminde Cumhuriyet’ten az önceki tarihlerinde somut belgelerde duruyor. Yönetici oğlu yükseköğretim görmese de “örneğin günümüz ölçekli verdim anlaşılması için” babasının yanında birkaç yıl katiplik yapmış biri babasının kadılık işini devir alabiliyordu. Bu uygulamanın somut bir örneği olarak, Karaman’da kadılık yapan Hadimizade, yanın da yetişen oğlu babasının yanında yetişirken gördüğü olaylar karşısında olumlu kararlar verebilirken, hiç karşılaşmadığı olaylar durumunda, gerekli eğitimi almadığı için birbiriyle çelişen kararlar alıp kargaşaya, çatışmaya neden olabiliyordu.
Liyakatsiz kadıların verdiği kararların yarattığı haksızlık üzüntüye neden oluyor, bu konulardaki gelişmeler belgelere giriyordu. Bunun somut örneğini dedem Tartanzade Hacı Emin yaşamış. 1841 yılında C, Ermenek 56030, Gaferyad (Kazımkarabekir) 54928, Divle (ayrancı) 52472 da toplanan vergilerin toplamı kadar vergi vermeye zorlanmış. Dedem itiraz etmiş, makamında karşılıklı şiddete varan olay sonucu beş yıl Seydişehir’e sürgün’e gimiş, iki halam orada doğmuş. Der Saadet’e yaptığı şikayet sonucunda yanlışlık anlaşılmış, ceza kaldırılmış.
Traktör 1905 yılında Amerika‘ da üretildi
Rusya da 1935’de traktör yoktu. Ülkemizde 1923-1924 yılları arasında 486‘sı devlet malı, 503 traktör vardı. Ziraat Bankası 1925-1928 yılları arasında uzun vadeli 70 traktör alınmasına olanak sağladı. Bunlardan bir tanesi de Babam Hacı Sami Tartan tarafından edinildi.(Mustafa Kemal Atatürk’ün’in hafızalara yerleşmiş olan demir tekerlekli olanlardan.) 1980’li yılların sonuna dek, konağın ilerisindeki ambarımızda çocukların oyun aracı olarak durmaktaydı. 1948 yılında ülkemiz’de traktör sayısı 1756 sayısına ulaşmıştı. 1948/1949 yılında ‘Marşal Planı’ çerçevesinde 7000 traktörden 6770‘i çiftçilere satıldı. Bunlardan 428 traktör Konya ya, birer traktör de Bitlis ve Hakkari’ye satıldı. Türkiye, Fransa’nın 1939 yılındaki sayısına 1977 yılında erişebilmiştir.
1940’lı yıllarda traktör ve tarım makinalarını kullanacak makinistler yetiştirmek için kurslar açılmış 1000’in üzerinde mezun vermiştir. Karaman’dan anımsayabildiklerimden bazıları, Ağabeyim Rüştü Tartan, Garalgazili Ali Kaya, İbralalı Tevfik Demir, Tatar Alman İzzet, meyhaneci Şifo. Karaman‘a en yakın eğitim okulu Sarayönü’de idi.
Devlet 1930’lı yıllarda at ile çiftçiliği teşvik etmeyi önceliğine aldı. 1944 yılında Adapazarı’nda ziraat aletleri fabrikası kuruldu. Ekilişteki artış; çayır ve meraların azalmasına yol açtı. Kadastro çalışmalarının çok geç yapılması, çayır ve meraları koruyamamasının nedeni oldu. 1955 yılında ‘Minepolis Moline’ (Türk Traktör) olarak üretim yapmaya başladı. 1950-57 yılları arasında tüm malzemelere artış olmasına karşın ürünlerde artış baskılanıp traktör satımı azaldı.
Çiftçilere Öğüt
Bayırda Bağını, Evinde Sağımı, Bahçende Arını eksik etme