Sinema deyince, gözümüzü “Ferit’in sineması da” açtık. Bir dostun, buranın “Şehir Sineması” adını taşıdığını söyledi. Ebemin kucağında, balkonda, yerde, siyah beyaz bir filmdi. Gidiş o gidiş. Kopmak ne mümkün. Derken tek sinemamız yandı, bitti kül oldu. Onarılmasını yıllarca bekledik. Derken “Yeni Sinema” açıldı. Böylece gözümüzde kulağımızda açıldı.
Cep delik, mintan delik, cepte para yok. Demirel demişleyin “demokrasilerde çare tükenmez” Eskiler, sinemaya gidilmesini ve roman okunmasını hiç istemezlerdi. Film izlemek, roman okumak onların ahlakını bozar. Kötü örnek olurlardı. Yaşamın yenilenmesini akılları almazdı. Bunlardan bizleri soğutmak için ellerinden geleni yaparlardı. Kitaba ya da sinemaya verilecek paralarının olmadığını, çekmeceden bunun için para almamamızı öğütler “Biz bir çalarsak şeytanın iki katı çalacağını” anlatırlardı. Biz şeytandan korkar, kötülüğü bilir, yine de sinema ve kitap parasını aşırmaktan geri durmazdık. Vicdanımıza ağır bir yük bindirdiğimizi, şeytana uyduğumuza utanır ve üzülürdük. Yeğenim Sinan’da başka bir yol bulmuştu. Kesilen biletleri yapıştırmak. Sonunda enselendi. Matbaacı ağabeyi de sahte bileti basıp, patates mührüyle mühürleyip, bir süre işi yürüttü. Bir diğer yöntemde Hamal Gara Mevlüt’e rüşvet vermekti.
Eski Sinema’ya üç metreden atlayıp, tuvalet boşluğundan girdiğini kardeşim anlattı. O dönemde ha sinemaya gitmek ha sırat köprüsünden geçmek. İkisi de birbirine benzerdi. Yeni Sinema 1962’de açılınca rahmetli Naci Özpeynirci ilk gün onuruna para almadı. Mahşer yerinde döndü ortalık. Camlar kırıldı. Kardeşime göre ilk film “Evlat Katili” imiş. Haftada değişen filmlerin gösterilmesini iple çekerdik. Değişmez çerezimiz “gupayla aldığımız devramberdi” Kardeşimle aynı cepten yerdik. Filmden sonra çalışanlar çuval çuval kabuk toplarlardı.
Vezirhanı yazlık sineması ayrı bir alemdi. Sahibi “Akşamcı Orhan” ağabeydi. Oturduğumuz iskemleler tahtadandı. Yağmur yağsa bile kaçmazdı. Film kopunca, tümümüz hep bir ağızdan “makinist” diye bağırınca Orhan ağabey mikrofonla ağzına geleni söylerdi. Onun yardımcısı “sanat güneşimiz” Halis Küçük’tü. Rahmetli Hakkı’da kapıda epeyce bilet kesti.
Yeni Sinema’nın önü özellikle cumartesi günleri “iğne atsan yere düşmez” biçimde olurdu. Sevgililer bakışır, işaretleşir, kimileri de kendilerinden habersiz sevgililerini izlerlerdi. Filmin bitmesini iki grup insan beklerdi. Röntgenciler ve hırsızlar. Karaman’da bir ara otuzdan fazla hırsızlık olmuş, yakalanan hırsıza taktiğini sorduklarında film izleyenlerin evlerinin boş olduğunu anlıyor ona göre işimi yapıyordum yanıtını vermiş. Türkmen delikanlı oğlanın darda kalıp, düşmanlarını öldürecekken tabancasını çekip perdeye sıktığı da olmuştu.
Yeni Sinema’yı uzun süre eczacı dostum Recep Kızıltoprak yönetti. İşinde titizdi. “Dağlar kızı Reyhan” plağını çaldırır, caddeyi inim inim inletirdi. Makinist Kerim’i anmamak olmaz. Devramber çıtırtısından kulaklar duymaz, sigara dumanından göz gözü görmezdi.
Sinemaya kimi zaman gezici “teleturalar” da gelirdi. Yer yerinden oynardı. Hele dansöz sahne alınca “aç aç” nidaları gök gürültüsü gibi sinemayı çınlatırdı. Gene de açılmazdı bir yerler. Bir kez dansöz sütyenini azıcık çıkarmıştı da polisler olaya el koymuşlardı.
Feridin sinemasından gece yarısı arkadaşlarla çıkınca, ilk işimiz, dost Remzi Tartanların sokağını “sulamaktı” Garip sokağın adı “boklu sokak” kalmıştı. Mahallede arkadaşlarla buluşunca, gördüğümüz filmleri kendi aramızda hem yorumlar, hem de o rollere bürünerek kendimize göre yeni bir film çevirirdik. Nedense kimse kız rolünü üstüne almazdı. Dişçi Necip Koraş, Aşşabahçeye geldiğinde
yazlıkta hangi film oynuyor dediğimizde “Memesiz Memiş” yanıtını vermişti. Öğrendik ki bu yalan. O günden sonra onun adı Memesiz Memiş kaldı. Ergenliğin ilk adımlarını atarken dünyanın en bereketli kadınlarına tutulduk. Hele hele “saf kız” rollerinde oynayan az sevgilimiz olmadı. Muhterem Nur bunların başında gelirdi. Makine dairesinde çıkan ve perdeye yansıyan ışın demetlerinin genişlemesini, sigara dumanıyla sarmalanması merakımı çekerdi.
Sonraki yıllarda sinemadan hiç kopmadık. Ta ki televizyon çıkıncaya dek. Sinemanın albenisinin yanında küçük ekranın albenisinin “esamesi” bile okunmazdı. Sahtekarlıklar dünyası Hollywood’un dolmaları az insanı zehirlemedi. Hele hele Kızılderililere yapılanların adiliği. Kafalarımız nasılda yıkanmıştı. Aynı haltlar artarak önümüze getiriliyor. Trt2’yi izlemenizi öneririm. Özellikle İran sinemasını. Yalınlığın, içeriğinin varsıllığı (zenginlik) dudak ısırtan cinsten. İnsana “helal olsun” dedirtiyor.
Ferit amcanın torunu Eski Sinema’daki film gösterme aygıtını (makine) bağışlayacak ama kime? En iyisi belediye. Bakarsınız onunla yeniden film izleyebilirsiniz.