Her kişinin, her yaşın yaşanmışlıktan kendine örgü bir anı/yaşamının doğal bir kalıtı olur. Onlar artık bir yaşamın günü, saati, saniyesi, anidir.
Zayıf, yerçel bir çocuktum. Yaşıtlarım kara önlükleri giyip bir haftadır okula gidiyordu. Bizim sokakta oynayacak arkadaş kalmamıştı. Ailenin koruyucu düşüncesi; bir yıl sonra okula gitmem üzerine oluşmuştu. Fakat ben arkadaşlarım gibi okula gitmek istiyordum, isteğimi kabul ettirmek için de gözyaşı döküyordum.
Okulun son sınıfında okuyan ablam ağlamalarıma dayanamayıp beni Başöğretmen in odasına götürdü. Başöğretmenin ilk tepkisi,
"Küçük değil mi? oldu.
Ablam 'Okumayı söktü' diye yanıtladı.
Başöğretmen alfabeyi uzatıp "Oku bakayım" deyince de, heceleyerek okudum.
Sınavı kazandığımı Gidin fotoğraf çektirin' sözünü duyduktan sonra anladım.
İlk fotoğrafımı çektiriyorum. Fotoğrafçı Rıfat Gülsevgi mahalle komşumuz. Fatmaoğlu çeşmesinin güneyinde, iki katli, geniş hayatlı Ermeni evlerinde' oturuyor. O hayat güllerle dolu. Ama ne güller.... Benim bildiğim, reçelini yediğimde cıyır cıyır dişlerimden kayan kırmızı güller. Böyle de güzel renkleri olur muymuş dedirten güller. Sarı hadi neyse halamlarda da vardı. Mavi, siyah tomur tomur güller. Bu güzel gülleri yetiştiren fotoğrafçı Macır usta, soyadını nasıl da işiyle uyumlu almış, Gülsevgi
Okullu olmak evdeki iş bölümündeki sorumlulukları yerine getirmekten bağışlanmanı gerektirmiyor. Özenle kalaylanmış iki buçuk, üç litrelik camız sütü dolu iki çingili çalkalandırmadan, birini Kervansarayın bitişiğindeki Deli Sait'e, öbürünü, Dayhana da ki dükkanlarımızdan birinin kiracısı olan Rasıh Doğan 'a götürmek gerekiyor. Şehir sinemasına solda bırakarak yaptığım yolculuğun birinci bölümünde teslimatı tamamlayıp, boş çingili koluma taktığımda bir elimde de külah dondurma olurdu. İkinci çingili Rasıh Dogan 'a elimdeki dondurmanın rayihasi damağımda yitmeden teslim edip ikinci külahın hakkını verirdim.
Dönüş yolunda Şehir sinemasının afişlerine dikkatlice bakıp cumartesinin hesabını yapardım. Bilet için gerek olan otuzbeş kuruştu.
O yıllarda betonarme bina çok azdı. Animsayabildiğim; Hükümet binası, Hastane ve Şehir sinemasıdır. Sinemanın iki balkonun arasında neredeyse bir adam boyu harflerle. "ŞEHIR SİNEMASI yazardı. Kentimizin bir vefasızlık örneği olarak benim usumda şöyle bir olay kaldı; 1960'lı yılların bayında İsmet Paşa caddesine yeni bir sinema yapıldı ve herkes “Şehir Sineması” adını unuttu,
Eski Sinema' demeye başladı. Ben buna üzülürdüm.
Ferit Çelebi'nin vefatından sonra, kiracı/işletmeciden de bir darbe geldi; şehir sineması adını silip Zafer Sineması yazdılar ne 'utku' elde ettiler bilemiyorum.
Sinemadan sola dönünce kısa bir sokakta sağlı sollu üçer dükkân vardı. Sol yandaki dükkânlardan birinde kentimizin adını taşıyan (Foto KARAMAN) Azeri fotoğrafçının vitrinli işyeri idi ki, büyültülmüş, rötüşlanmış fotoğraflar sanat eseri olarak sergilenirdi. Oralarda Süt kabını beklerken farkında olmadan fotoğrafım çekilmiş. Fotoğrafta, masaya dirseklerimi dayamış meraklı meraklı gözlerle masa üzerinde 'GRİPİN' adlı ilacın irice sigara tablalığı olarak kullanılan seramik tabağın 'ak kağıt üstünde'ki görüntüsüne bakıyorum. Resmimi büyütüp vitrinde sergileyince lakabım oldu Gripin...
O yıllarda berberim olan, babası Ömer Şenok ve ağabeyi … Şenok ile birlikte berberlik yapan süratli, çok centilmence futbol oynayan, bir ara babası Ömer usta izin vermeyince Ankara Spora gidemeyen, iyi futbolcu ve iyi berber olan Yılmaz abi, Avrupa'dan geldiğinde hala gülerek 'Gripin Remzi' diye takılır.
Sevgili Şahabettin Yavuzaslan'ın tanımıyla, 'Karaman'ın Halikarnas Balıkçısı 'Durmuş Ali Gülcan'a, (biraz ikirciklensem de) ben de amca derdim. 1910-1912 yıllarında en büyük ağabeyimin sıbyan mektebinden arkadaşı olmasına karşın, hem Durmuş Ali Gülcan'a hem de babasına (Milci Dede)amca derdim.
Belediyenin sokak isimlerini değiştireceği kamuoyunda duyulunca, Durmuş Ali amca ve birkaç arkadaş belediye başkanına gittik. Amca, o yaşında heyecanla çok yanlış bir uygulama olacağını anlatmaya çalışırken; sesler karşısında dinleyenin duygusuz duruşundan anlaşıldığına göre, kulağına ulaşamadan sanki aradaki hava boşluğunu yaramadan yere düşüyordu (!). Belediye başkanı Avrupa birliğine girmeden v.s. söz ederek, uzun olmayan (uzatma ya gerek yok anlamında)böyle olacak cesaretini kahramanca sergiledi!
Kuşkusuz tarihi tek bir komutana bağlamakla yetinmemeli tüm sorumluluğu paylaştırmalı. O dönem gelen öneriye oy veren, isim yerine, numara verilmesini onaylayan meclis üyelerinin de hakkını yemeyelim! Kent tarihinin bağlarını koparan yüzleri kızarmadan, vicdanları sızlamadan yıllar geçirenleri, MUHAFAZAKARLARI, MİLLİYETÇİLERİ, DEMOKRAT GEÇİNENLERİ... Unutmamalı,
Unutmadan mahallelerin sokaklarının adlarını yazayım belki okuyan olur.
Hamamları, camileri, onlar çevreleyen sokakları. TABAKHANE SOKAĞI, BOYAHANE SOKAĞI…
Bu isimler yıllar yıllar önce bu kentte üretim yapıldığını, üretim çeşitlerini ve bunları yapanların isimlerini bellekte yaşatır, ortak anılarda, anlatılarda yer alır. Kentin oluşumu ve değişimini okumak sokak üzerinden yapılır. Kentimizi farklılaştıran kültürel bir bileşendir. Ve işlevsel, tarihi kültürel yapısal bir işaret olarak eş ve ard zamanlı okuma sağlar.
Aşağıya benim anımsadığım, yaşadığım mahallemin sokaklarını yazayım.
Babam Hacı Sami Tartan’ın 1905-1906 yıllarında akçesini verip çizdirdiği kent planını ekleyeyim.
Çizimde cadde ve sokaklar Fransızca ve Arap abc'si kullanılarak RİKA yazıyla yazılmış bir belge iliştireyim.